PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Biraz tarih öğrenelim .) Kayıp kıta " MU"



Designer
19-11-2011, 23:38
Anıları hafıza ve kayıtlardan silinmiş olan pek çok geçmişe ait olay ve onların öğeleri, her defasında saklı yerlerinde onlarla ilgili asıl görevli sahiplerini beklemektedirler. Sonunda o kişi veya kişiler o husus üzerine yaptıkları araştırma ve incelemelerinin esasını teşkil edecek olan asıl yapı taşını yani o saklı duran şeyi bulmaktadırlar.

Eski dillerin çözümleri böyle olmuştur. Eski yerleşim bölgelerinin bulunuşları böyle olmuştur. Eski yitik sanılan birçok unsur böyle bulunmuştur.
İşte James Churchward da MU kıtasını böyle bir misyonu sahibi olarak benzeri stilde tüm dünya kamuoyuna duyurmuş olan önder bir araştırmacıdır.


James Churchward Üzerine Bazı Görüşler

Geçmişte Pasifik Okyanusunda yer alan MU kıtası ve günümüz uygarlığından pek çok alanda ileri aşamalara ulaştığı söylenen MU uygarlığı konusunda en yetkili kişi olarak tanınan ve bu konuda ilk defa kapsamlı araştırmalar yapan kişi İngiliz Albayı James Churchward’ dır. İtalyan araştırmacı Peter Colosimo, Not Of This World adlı kitabında bu konuda şöyle bir açıklama yapmaktadır:

“Pasifikte büyük bir kıtanın varlığına ilişkin efsanelere dünyanın pek çok yerinde rastlanır ve bunlar hiç kuşkusuz İngiliz Subayının anlattıklarından çok daha eskidir. Ancak pek çok bilim adamının bu konuda yazılmış kanıtların en geçerlisi saydığı ipuçlarını ilk bulan Churchward olmuştur.”

Eric-Craig Umland’ ın “Eskilerin Esrarı” Mystery Of The Ancient adlı kitabunda ise Chuchward için şöyle denilmektedir:
“Yakın zamanlarda MU üzerine en önde gelen yetkili olarak James Churchward’ a rastlıyoruz. Churchward layık oldukları ilgiyi ancak şimdi görebilen bir kitapları dizisi hazırlayarak sadece MU ile değil, Batık Kıta Atlantis ile de ilgili elimizde mevcut tüm bilgi kapsamının bir özetini verdi. Gerçekte, her iki kıtanın da bir zamanlar var olduğunu ve uygarlıkları aracılığıyla birbirlerine bağlı olduklarını fark eden ilk kişinin Churchward olduğu görülüyor.”

Albay Churchward’ ın MU Uygarlığının Belgelerini İlk Keşfedişi

Albay Churchward uzun bir süre Hindistan’daki İngiliz ordusunda hizmet görmüş, 1883’ te Batı Tibet’te bulunmuştur. Burada görevli bulunduğu sırada bir tapınağa konuk olan churchward, kendisinin Mu hakkında ilk esaslı bilgisini bu tapınağın eski arşivlerinden edindiğini söyler. Bu tapınağın mahzeninde rastladığını söylediği tabletler, MU kutsal metinlerinden kopya edilmiş ve harfleri çeşitli şekiller, sembollerden oluşan çok eski bir ölü dilde, Naga dilinde yazılmışlardı. Bu dili biler tapınağın başrahibinin (Rishi) üstadlığı altında iki yıl boyunca bu dili öğrenerek tabletleri çözdü. Churchward’ a göre en az 15.000 yıl önce yazılmış olup Hindistan’a Naakaller (MU bilim rahipleri) tarafından getirilen bu tabletler, MU ve MU dini hakkında esaslı bilgiler içermekteydi.

Churchward daha sonra Tibet’ten ayrılarak yitik MU uygarlığını ortaya çıkarmak amacıyla 50 yıl sürecek olan araştırma gezilerine başladı. Carolin adalarında, Güney Pasifik’in bütün takımadalarına, Orta Asya’ya, Birmanya’ya, Mısır’a, Sibirya’ya, Avusturalya’ya, yeniden Polenezya’ya, A.B.D.’ne ve Orta Amerika’ya giderek MU’nun varlığına ilişkin ilginç veriler topladı.

W.Niven’in Meksika’da Bulduğu, Mu’nun Bir Kolonisine Ait Olup Mu’yu Anlatan Tabletler

Bu arada Amerikalı jeolog William Niven’in 1921–1923 yılları arasında Meksika’da açığa çıkardığı 2600’ü akın tablet, MU hakkında bir diğer esaslı bilgi kaynağıdır ve MU’nun varlığına ilişkin en geçerli kanıtlardan sayılmaktadır. Tabletler 1924 te Carnegie Enstitüsünden Dr. Morley tarafından incelenmiştir. Dr. Morley incelemeleri sonucu gerçek tabletler olduklarını ve tabletlerin şimdiye dek bilinen hiçbir uygarlığa ait olmadığını, tümüyle tanınmayan bir uygarlığın ürünü olduklarını kesinlikle söylemiştir.


Jeolog Dr. W.Niwen’in Meksika’da bulduğu 2600′ü aşkın tabletlerden bir kaçı, Mexico müzesinde bulunmaktadırlar.

P. Colosimo, W. Niven’in keşfinden sonraki gelişmeleri bize şöyle aktarıyor:
“ Churchward, Amerikalı jeolog William Niven’in Meksika’da gün ışığına çıkarmış olduğu önemli izlerin varlığını haber aldı; Niven bu garip izleri kendi hesabına inceledi ve Churchward’ı tanımadığı halde, aynı sonuçlara vardı. Bundan sonra eski İngiliz subayı ile Amerikalı, birlikte 2600ü aşkın tableti incelediler. Ve bilinmedik geçmişinde, Pasifik sularına gömülmüş gizemli kıtaya ön planda bir yer vermekte tamamen görüş birliğine vardırlar.”

Churchward, Hindistan’daki tabletlerde gördüğü sembollere biraz farklı olarak Niven’in tabletlerinde de rastlamıştı. Hindistan’da bir başrahipten öğrenmiş olduğu dil sayesinde bu tabletleri ( Nivenin bulduğu tabletleri) çözmeyi başardı. Böylece Hindistan’daki tabletlerden edindiği MU hakkındaki bilginin eksik taraflarını bu tabletlerden tamamladı.

Churchward’ın MUya ilişkin beş eseri mevcuttur. Bunlardan “MU’nun Çocukları” (The Children Of Mu) adlı eseri 1931 ‘de, “MU’nun Kutsal Sembolleri” ( The Sacred Symbols) adlı eseri ise 1933’te yayınlanmıştır.

Atatürk MU konusuyla ilgilenmiş ve New York’tan getirilen Churchward’ın eserlerini bölümlere ayırtarak resmi ve özel kurumların altmış kadar çevirmenine kısa bir sürede tercüme ettirmiştir. Ancak bunlar henüz basılmamışlardır.


Jeofizikçilerin Pasifik Adını Verdikleri Mu Kıtası Bulundu

Geçmişte, pasifikte bir kıtanın var olduğu fikri 1930 yıllarından itibaren bilim adamları arasında gittikçe yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu konuda son gelime 1977 de Amerikalı jeofizikçilerin bu fikri benimseyerek kıtaya “Pasifika” adını vermesidir.

Birleşik Amerika’da bir üniversitede görevli iki jeofizikçi, Atlantis’in dünyanın tek kayıp kıtası olmadığını, bir benzerinin de Pasifik okyanusunda bunduğunu bildirerek, bu kıtaya “Pasifika” adını verdiklerini açıklamışlardır.
Jeofizikçilere göre Pasifika, Avustralya Kıtasından biraz daha küçüktür. Kıtanın günümüzden 300 milyon yıl önce parçalanmaya başladığı ve bazı küçük kara parçaları ile birleştiği için kıtanın yok olduğu belirtilmiştir.


Jeofizikçileri bu konudaki açıklamalarında ayrıca, Pasifika kıtasının Güney Amerika kıtası ile çarpışması sonucu Güney Amerika’nın Pasifik kıyılarındaki dağlık bölgelerin ve özellikle yüksek And Dağlarının oluştuğu iddia edilmekte ve Pasifika ile günümüzdeki Avusturalya ve Antartika kıtalarının milyonlarca yıl önce tek bir süper kıta olarak görüldüğü, bu kıtanın parçalanması sonucunda üç kıtanın ortaya çıktığı öne sürülmektedir.

Mu Kıtasının Varlığının İlk Kanıtları Olan Temel Buluntular

Bugün elimizde MU’nun var olduğunu bildiren ve MU’yu anlatan pek çok bekge bulunmaktadır. Bu belgelerin başlıcaları şunlardır:

1- Meksika’da Bulunan Tabletler: Amerikalı jeolog William Niven tarafında 1921- 1923 yılları arasında bulunmuştur. Tabletlerin sayısı 2600’ü aşmaktadır. James Churchward tarafından çözülmüştür. Tabletler bugün Mexico Müzesinde bulunmaktadır.

2- Manuscrit Troano: bu el yazması Yukatan’da hazırlanmış eski bir maya kitabıdır. 1.500- 5… yıl önce yazıldığı sanılmaktadır. Bu gün British Museum’da bulunmaktadır.

3- Codex Cortesianus : troano elyazmasıyla aynı yaşta olan diğer bir Maya kitabıdır. Bugün Madrit’te Ulusal Müzede bulunmaktadır.

4- Lhassa Belgesi: Arkeolog Schliemann tarafından Tibet’te bir Budist tapınağında bulunmuştur.

5- Uxmal Tapınağı Yazıtları : Yukatan’daki bu yapının batan MU kıtasının anısına inşa edilmiş olduğu, yine bu tapınak yazıtlarından öğrenilmiştir. Churchward, eldeki verilere göre tapınağın 11.500- 12.000 yıl önce inşa edilmiş olması gerektiğini bildiriyor.

6- Xochicalo Piramiti Yazıtları: piramit Mexico şehrinin 60 mil güneybatısında bulunmaktadır.

Perezianus ve Dresden kodeksleri de MU’ya ilişkin belgeler arasında yer almaktadır. Churchward, Hindularun Ramayana Destanında da Naalkallere ve doğudaki anayurtlarına değinildiğini söylemektedir. Geçmişte pasifikte yer alan bir kıtaya ve burada yüksek bir uygarlığın bulunduğuna ilişkin daha pek çok belge bulunmaktadır ve gün geçtikçe de yeni belgeler gün ışığına çıkarılmaktadır.

Mağaralarda Bulunan Ve Mu Kıtasını Gösteren Eski Coğrafya Haritaları

Ünlü İngiliz Arkeologu Sir Aurel Stein 1907 de Türkistan’daki Tun-Huang mağaralarına indiğinde ipek üzerine yazılmış çeşitli elyazmalrı ve resimler buldu. Ancak bunlar zamanla parça parça olmuşlardı. Ertesi yıl Fransız Palu Pelliot da daha başkalarını buldu ve az çok yenilenebilen bazılarını bugün Paris’te Ulusal Kitaplıkta ve Louvre müzesinde ya da Londra’da British Museum’da görmek mümkündür. Ama gene de kimi resimler kurtarılamadı. Bunlar arasında bazı gök ve soğrafya haritaları da vardır. Bunlardan biri Pasifikteki geniş bir kara parçasını göstermektedir
Öte yandan F. Bruce Russel 1947 yılında St. George, Utah yakınlarında, MU’ya ait olup boyları 2.50m.den 2.70m.’ye kadar değişen mumyalar bulduğunu bildirmiş.
Mu araştırmacıları, Mu gerçeğini kabul etmek için, sadece Pasifik adalarının, incelenmesinin bile yeterli olduğunu bildirmektedirler.

Pasifik Adalarının Esrarengiz Irkları, Mu Uygarlığını Kanıtlıyorlar

Serge Hutin şöyle der:

“Okyanuslular, bu gün bile büyük bir tufanın anısını korurlar. Yerlilerin söylediklerine göre bu tufandan sonra “ölüler suyun dibine, beyaz adamların uyudukları yere” inmişler. Hawaii adalarının, Yeni Hebrit’lerin, Yeni Zelanda’nın tüm efsanelerinde, beyaz derili ve sarı saçlı bir ırktan söz edilir. Bu insanlar ilk Polinezya gemicilerinden de önce yaşamışlar, öyle söylenir.”

İtalyan bilgini Egisto Roggero, “Anıtsal Deniz” adlı eserinde, Sonda adaları halkının Moğol ırkından ve çevre adalardaki kara derili okyanuslulardan bambaşka özelliklere sahip olduklarını anlatır: “Bunlar iki gruba ayrılmışlardır. Kıyıdakiler Malezyalılar(Mongoloidler) ve yabanileşmiş olarak içerilerde, ormanlarda, ulaşılması güç yerlerde yaşayan beyazlar.”

Roggero daha sonra Ari ırktan olduğu besbelli grupların Lieu- Khien adalarında, Yeso adasında ve Sahalin adasının güney yöresinde de bulunduğunu yazar ve ekler: “ bunlar bizim ailenin en tanınmış dallarıdır. Kadınlar, özellikle genç kızlar son derece güzeldir. On sekizinci yüzyıl gemicileri adalardaki kadınların çekiciliği ve güzelliğinden hararetle söz ediyorlardı. Bu genç kızların rengi bizim Sicilyalılardan koyu sayılmazdı.”

Ve şöyle devam ediyor:
“demek ki, Asya’nın doğusunda, Batının beyaz ırklarına benzer bir ırk vardır. Bu ırkın anavatanının Asya takımadaları olduğu ve en belirgin örneklerinin de hala orada yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu büyük “okyanus ırkı”, geçmişi bizce bilinmeyen büyük, eski bir halktır! Belki de büyük bir tarihi vardır ve bazı çağdaş kuramlara göre bizim atalarımız da bu ırktan gelmektedir.”
İtalyan bilgini daha sonra, Pasifik Okyanusunda büyük, parçalanmış bir kıtanın olabileceğini ve Polinezya takımadalarının bu kıtadan arta kaldığını yazar ve ekler:
“kuşkusuz bu sadece bir varsayımdır. Ama pek çok temele dayandırılabilir. Şu kadarı yetiyor: bu adaların tipi ve dilleri, yüzlerce ve binlerce mil uzanan bir bölgede ancak çehre yapısı ve lehçeleri yönünden başkalık gösterir… Bu geniş bölgeyi bir kez düşünmek yeter: ta Güney Amerika’dan Asya kumsallarına değin!”

Avrupalıların gelişinden önce Polinezya, Mikronezya ve Melanezya’nın pek çok adasında yaşayan yerlilerin, birbirlerinden hiç haberi olmamıştı. Son derece geniş bir bölgeye yayılmış bu üç takımadanın tüm topraklarına rastlantı sonucu yayılmış olmaları(sahip olduklarına ilkel deniz ulaşım araçlarına bakılırsa) olanaksızdır. Ama tümü de aynı kökten gelme dili konuşurlar, töreleri, gelenekleri, giysileri ve dinsel inançları ortaktır.

Erich Von Daniken, Aussaat Und Kosmos adlı kitabında şöyle diyor: “yunanca “çok adalar” anlamına gelen, Okyanusun doğu kısmındaki Polinezya takımadaları; Hawaii, Paskalya ve Yeni Zelanda adalarının oluşturduğu büyük üçgen içinde bulunmaktadır. Bu adaların 43.700km.karelik sahası içindeki tüm eski toplulukların masal ve gelenekleri ortak olduğu gibi, pek az değişikliklerle ortak dil kökleri, ortak dış görünümleri ve ortak tanrıları vardır.”

Mu Kıtasından Arta Kalan Adalardaki Olağanüstü Anıtlar

Pasifik Okyanusunda bulunan Polinezya adalarında yapılan araştırmalar, bu adaların bir kıtadan arta kalan parçalar olduğunu ortaya çıkarmıştır.Adalar çok eski çağlardan beri meskûndu. Mağaralarda ve kayalarda, çok eski zamanlara ait resim ve kabartma şekiller vardır. Yapılan hesaplamalara göre bazılarının yaşı bir milyon yıla varmaktadır. Nitekim efsanelerde, Polinezyalıların kökeninin bugün büyük bir kısmı sulara gömülmüş olan bir kıta olduğu söylenir. Polinezya adalarının efsanelerinde de çok eskiden var olan fakat sonra Tanrının hışmına uğrayıp batan ülkelerden, uygarlıklardan söz edilmektedir.

Carolin adaları, Mikronezyanın en büyük takımadalarıdır. Buradaki adaların sayısı 500’ü geçer ve toplam yüzölçümleri 1340 km. karedir. Carolin adalarında geniş teraslar, dev harabeler ve büyük tapınak kalıntıları gibi ilginç arkeolojik kalıntılar bulunmuştur. Churchward 1878 yılında bu adalarda araştırmalarını sürdürürken, yerliler ona şunları söylediler: “ bu adalarda bulunan insanlar daha bu adalar ada değilken, fakat büyük bir kara parçası iken bu insanların büyük kayıkları vardı. Bu kayıklar içerisinde onlar bütün dünyayı dolaşırlar ve bazen de bir seneden fazla uzun bir zaman geri dönmezlerdi.”

Ponape Adası Ve Mu’nun Büyük Kentinin Görkemli Ahalisi

Carolin adalarının en büyüğü 504km.karelik yüzölçümü ile Ponape adasıdır. Churchward’dan MU’nn yedi büyük kentinden birinin Ponape yakınlarında olduğunu öğreniyoruz. Nitekim Carolin adalarının yerlileri, çok eski zamanlarda ışıl ışıl yanan gemilerle Ponapeye giden okyanusun ötesinde yaşayan, değişik dil konuşan mutlu insanlarla ve yüksek binalarla dolu bir ülkeden söz ederler. Ve yerlileri eğiten bir ırkın varlığına inanırlar.

Carolin adalarının diğer bir eski efsanesinde anlatıldığına göre : “Ponapeye garip parlak sandallarla birkaç beyaz yabancı geldi. Bizim dilimizi konuşmuyorlardı ama yanlarında bizim ırkımızdan insanlar vardı. Bunların her ne kadar şiveleri az çok başka idiyse de ve her ne kadar zamanla yabancıların giysilerini benimsemiş idiyseler de onlarla anlaşabiliyorduk. Orada denizin olduğu yerde uzanan topraklar ve göz kamaştırıcı yapılar ve mutlu erkekler, mutlu kadınlar hakkında çok güzel hikâyeler anlatıyorlardı. Yeni gelenler bize garip büyüler öğrettiler ve böylelikle okyanusta yeni yeni adalar beliriverdi. Böylece gemilerimiz dalgaların üzerinde uçuyordu ve hiçbir düşman ne kadar güçlü ve silahlı olursa olsun kalelerimizi yıkamıyordu. Ama günün birinde büyük bir fırtına koptu ve düşmanların yapamadığını yaptı. O güzelim yapılar birkaç saat içinde paramparça oluverdi, bir zamanlar çiçekleriyle ve yerlilerin şarkılarıyla denizi şenlendiren birçok ada derinliklere gömüldü gitti.
“sonradan gelen yabancılar bileri tekrar işe koyulmaya kışkırttılarsa da, yurttaşlarımız fazlasıyla tembeldi ve ustaların kışkırtmalarına kulak asmadılar, onları kovmakta el birliği ettiler. Böylelikle adalar halkı yozlaştı gitti ve kardeş kardeşe düşman oldu”

MU’nun yedi büyük kentinin yakınlarında bulunan Ponape arkeolojik bakımdan da hayli ilginçtir. Adada, duvarları bugün bile 10 metre yüksekliği aşan bir bazalt tapınak bulunmaktadır. Bu tapınağın çevresi başka yıkıntılarla ve teraslarla kanallardan oluşmuş bir labirentle kuşatılmıştır. Jean Dorsenne şöyle yazıyor: “ yapay dört köşe ya da üç köşe adalarda yükselen devasa yapılar, muazzam bazaltı blokları, Ponapeyi olağanüstü bir “devler Venediği” haline getirmiştir.”

Adanın en şaşırtıcı kalıntılarından biri, boyu 100m., genişliği 20m., duvarları da 10m. Yüksekliğinde ve 1.5m. Kalınlığındaki tapınak kalıntısıdır. Adada piramide ve geniş yer altı geçitleri ağızlarına da rastlanmıştır.

Churchward, yerliler tarafından inşa edilmesi olanaksız büyük bir işçilik isteyen bu türlü yapıların ancak yüksek bir uygarlığın ürünü olabileceğini söylemektedir. Bu da MU uygarlığıdır.

Daniken, Aussaat Und Kosmos adlı kitabında şöyle diyor: bu garip konuyu ilk kez Herbert Rittlinger’in “büyük okyanus” adlı kitabında okudum. Güney denizini inceleyerek gezen Rittlinger, Ponapenin binlerce yıl önce ünlü bir imparatorluğun orta noktası olduğunu öğrenmiş. Efsanevi zenginlik, inci avcılarının dikkatini çekmiş ve deniz dibini gizlice aramışlar. Dalgıçlar su yüzüne çıktıklarında inanılmaz şeyler anlatmışlardır… Denizin dibinde midye ve mercanlarla donanmış caddelerden geçtiklerini, aşağıda sayısız taş kubbelerin, sütunların, taş anıtların, ev kalıntılarının, yazılı taş levhaların bulunduğunu söylemişlerdi. “inci avcılarının bulamadıklarını, modern cihazlarla donatılmış Japon dalgıçları bulmuş ve Ponape efsanesinin doğruluğunu çıkardıkları şeylerle kanıtlamışlardır. Değerli madenler, inciler, gümüşlerle dolu büyük bir zenginlik. Ölüler evinde (sitenin ana binası) cesetler bulunmaktadır, diyor efsane. Japon dalgıçları ölülerin su geçirmez platin tabutlarda yattıklarını söylemişler ve gerçektende her geçen gün yeni bir platin parçasıyla su yüzüne çıkmışlardır. Adanın ana ihraç maddesi olan hindistancevizi, vanilya, Hint irmiği, sedef yerini platine bırakmıştır. Platin çıkarılması günün birinde iki dalgıcın, modern aygıtlarla dalmalarına rağmen, bir daha su üstüne çıkamamalarına dek sürmüş, ondan sonra savaş başlamış, Japonlar burayı terk etmek zorunda kalmışlardır.”

Diğer Pasifik Adalarındaki Devasa Yapılar Ve Paskalya Gizemi

Yine Ponape adası çevresindeki küçük adacıklardan biri olan Nan Madol’da, çoğunun ağırlığı on tona varan binlerce bazalt sütun bulunmaktadır. Bu bazalt sütunlardan kurulu yapı ada dışına taşmakta, tesisler deniz altında devam etmektedir.Tahiti’deki eski bir efsaneye göre, insanoğlu Fenua Nui kıtasında doğmuştur. Ama rüzgâr tanrısı Ru soluğu ile kıtayı dağıtarak birçok irili ufalı adaya ayırmıştır. Efsaneye göre Paskalya adası Fenua Nui’nin bir parçasıdır.

Paskalya adası Pasifik Okyanusunun güneydoğusunda kurak ve volkanik bir adacıktır. Bu küçük ada arkeoloji tarihinin sayılı esrarlarından birini taşımaktadır. Bu esrar, adada dikili bulunan kimi 50 ton ağırlığında kimi 33m. Boyunda dev heykellerdir. Adayı kaplayan 600’e yakın heykelden başka Rana Raraku volkanının kraterinde de yarım kalmış yüzlerse dev figür vardır. Ayrıca bir dizi kıvrık çizgiler ve yarı resimler şeklinde, tahta tabletler üzerine yazılmış yazılar vardır. Yerliler bunların yazı olduğunu bilmekte fakat okuyamamaktadırlar.

A.B.D. Deniz kuvvetlerine ait ilk atom denizaltısı Nautilius dünyayı dolaştığında Paskalya adasının yakınlarında denizin dibinde yükselen bilinmeyen bir dağ keşfetmişti. 1965 yılında Kaliforniya Üniversitesi ve Deniz Kaynakları Enstitüsü adına araştırmalar yapan Profesör H.W. Menard da Paskalya adası yakınlarında bir tortu köprüsünün yükseldiğini belirmiştir.
Paskalya adasında rastlanan garip şeyler saymakla bitmez. Örneğin bir mağarada bir alligator resmine rastlanmıştır.

Bu çok eski sanat eseri özellikle şu yönden ilginçtir: alligator, Polinezya adaları çevresinde yaşamayan bir timsah türüdür. Profesör Montford bu konuda şunları söylüyor:
“Jeolojik açıdan zaten şüphe etmekteydik. Bu resimler şüphelerimizin sağlam esaslara dayandığını gösterir. Adalar uzun devirler önce, Güneydoğu Asya ile Avustralya Kıtasını birleştiren büyük bir kıtanın bir parçasıydılar. Görüldüğü gibi arazi volkaniktir. Uzun zaman önce meydana gelen bir seri tabii afetler bu büyük kara parçasını Pasifiğin sularına gömmüştür. Adalar o kıtaların bazı yüksek kısımlarından kalanlarıdır.”
Hawaii, Yeni Zelanda ve Yeni Hebrid efsaneleri beyaz tenli, uzun saçlı atalarının olağanüstü başarılarıyla doludur. Hawai’de Kuki ve Navigator adalarında tarihi bilinmeyen kalıntılar bulunmaktadır. Yine Hawaii adalarında birkaç adayı birbirine bağladığı iddia edilen tünellere rastlanmıştır.
Tonga takımadalarında Tongabatu adını taşıyan bir mercan adası vardır. Tongabatu’da mercandan başka hiçbir şey yok denilebilir; her biri 70 ton ağırlığında iki sütunla bunları bağlayan 25 tonluk bir taştan meydana getirilen bir kemer kalıntısı hariç. Adada taş yoktur ve taş temin edilebilecek en yakın yer, 200 mil ötesindedir. Kemerin nasıl ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Serge Hutin şöyle yazıyor:
“ 1938 Kasım ayında Bruce ve Sheridan Fahrestack kardeşler iki yıl süren bir keşif gezisinden sonra New York’a döndüler; bu gezi sırasında Manua Levu adasında üzerine bilinmeyen harflerle yazılar kazılı olan 40 tonluk bir monolit bulmuşlardı. Bu monolit de bir arkeolojik bulmacadır. Gazetelerde ondan, yitik MU kıtasının bir bölgesinin kanıtı olarak söz etmişlerdir.”

Pasifik Adalarında Bulunan Piramitler

Baron D’Espiard de Cologne, Pasifik okyanusunun batısındaki Tinian adası için şunları yazıyor:
“ adanın her yanına temeli dörtgen biçiminde olan ve hiçbir zaman üzerine bir şey kurulmasına imkân bulunmayan sütunlar ve piramitler serpiştirilmiş durumdadır… bu sütunlar kumdan ve değişik maddelerden yapılmış, bu maddeler birbiri üzerine yığılmış, sıkıştırılmış, üstüne de yassı tarafı alta gelmek üzere bir yarımküre yerleştirilmiştir.”
Ponape’nin 120 mil batısındaki Swallow adasında, Guam ve Tinian adalarında rastlanılan piramitlerin bir eşi bulunmuştur.
Pitcairn adasında ise çok eski harabelere, boyları 4metreyi bulan heykellere rastlanmıştır. Adada ayrıca piramit şeklinde bir tapınak kalıntısı mevcuttur.

Tahiti’nin batısındaki Cook adalarından Rarotonga ve Mangaia’da devasa taşlarla yapılmış yaşı bilinmeyen bir taş yolun kalıntıları duruyor. Her iki adanın hiç birinde taş ocağı bulunmadığından bu devasa taşların kaynağı da bulunmamıştır.
Marshall takımadalarında, Kusal’da, duvarlarla desteklenmiş kanallar ve suni adacıklar yükseliyor. Yerlilerin efsanelerine göre, adada çok eskiden yaşayan ırk, yüce bir uygarlık kurmuş ve gemileriyle her yöne açılmıştı.
Borneo’da ise dağlık mağaralarda, İ.Ö.38.000 yıllarına ait kalıntılar arasında büyük bir incelikle örülmüş kumaş parçaları bulunmuştur.
Cambier adasında bulunan Mısır mumyalarından çok daha eski mumyalar, Cubuai adalarından, Rimatara’daki 20m. Boyundaki sütunlar, Navigator adasındaki kırmızı taştan son derece güzel platform, Kuki adasındaki dev kalıntılar, Lele adasının dev duvarları, Marianne adalarının anlamı çözülemeyen koni biçimindeki pembe mermer sütunları, Kingsmill’in piramitleri ve Rapa’nın bütün doruklarında göze çarpan dev şato kalıntıları, Pasifik adalarındaki saymakla tükenmeyen bütün bu arkeolojik buluntular, Okyanusun geçmişinde yüksek bir uygarlığın yer aldığını açıkça göstermektedir, araştırmacılara göre.

İnsanların yüksek toplumcu değerler, ahlak ve bilgelik ile yaşadığı halk kitlelerinin yaşam düzeyleri gayet yüksek ve olgun bir evrim süreci oluşturur.Böyle sosyetelerin bireylerinin vücut yapıları gayet güzel, psikolojik ve spritüel yapıları kozmik yasa ve enerjilerle ahenktar ve üzerinde yaşadıkları ülkelerin iklimsel ve doğa yapıları da öylesine cennetimsidir.

İşte MU uygarlığı ve MU ahalisi, böyle görkemli bir evrim süreci ve ortamının varlıkları ve yapıcılarıydı.

Mu Kıtasının Coğrafik Durumu

MU’yu anlatan eldeki belgelere göre, MU kıtası denizden yükselmiş ve insan yeryüzünde ilk defa MU kıtasında ortaya çıkmıştı. Mu kıtasında insanın ilk olarak ortaya çıktığı tarih kesin olarak bilinmemekte ise de, Mu topraklarında yüz binlerce yıl içinde çeşitli uygarlıkların gelip geçtiği söylenilmektedir.Paskalya adası tabletleri Mu’yu “güzel” olarak nitelendirir. Troano, Lhassa ve diğer belgelerde kıtanın coğrafik görünümüne ait olarak şunlar söylenilmektedir:“Bu güzel tropikal ülke engin düzlüklerle örtülüydü.


Verimli ovalar ve vadiler boyunca işlenmiş tarlalar ve zengin otlaklar uzanıyor, tepeleri güzel bir tropikal bitki örtüsü gölgeliyordu. Bu dünya cenneti dağlar ve sıradağlardan yoksundu. Zira yeryüzünde henüz dağlar yükselmemişti. “Bu büyük ülkeyi ormanlarla örtülü tepelerin çevresi ile verimli ovaların içinden kıvrılarak yavaş yavaş akan ırmak ve nehirler sulamaktaydı. Gür bitki örtüsüyle kaplı ülke yemyeşil görünmekteydi. Ağaç ve çalılıkların üzerindeki parlak ve güzel kokulu çiçekler bu manzaraya renk ve ahenk katıyordu. Okyanus sahillerinin bittiği yerde yer alan yüksek palmiyeler nehirlerin iki yakalarını kilometreler boyunca süslüyordu. Vadilik yerlerde nehirler sığ göllere dönüşüyordu. Bu göllerin sahilleri çevresinde binlerce kutsal “lotus çiçeği” suyun parıldayan yüzeyini, zümrüt yeşili fonda çok renkli mücevherler gibi süslüyordu. “ilkel ormanların içinden bütün hışımlarıyla “devasa mastadon ve fil”sürüleri geçiyordu.”
“Güneyhaç” adındaki takımyıldızın MU göklerinde belirli bir açıdan görünmesiyle uzun süredir beklenen yağmurlar başlardı. Bu yağmurla birlikte ekili tohumlar yeşerir, yapraklar yeniden canlanır, yeni filizler sürer, çiçekler ve meyveler odunlaşırlardı. O zaman MU’da bollukla birlikte genel bir sevinç hâkim olurdu.

Mu Uygarlığında Halklar, Irklar Ve Yerleşim
Churchward, Mu kıtasında on ayrı kabileden oluşan 64 milyon kişinin yaşamakta olduğunu bildiriyor. Bu kabilelerin fiziki görünümleri ve yazı dilleri farklı olmakla birlikte konuşma dili hepsinde ortaktı. Kabilelerin birleşme yerleri önceden birbirlerine yakındı. Fakat daha sonra kolonileri arttıkça ve yerleşme bölgeleri genişledikçe aralarındaki uzaklık da arttı. Bunun sonucunda dillerinde de farklılaşma ortaya çıktı.
Troano’da ve Mu’yla ilgili kodekslerde MU daki ırklara ilişkin şunlar söylenmektedir:
“başkan olan ırk beyaz ırktı. Bunlar çok güzeldiler. İri, tatlı, koyu renkli gözleri vardı. Saçları siyah ve düzdü. Sarı, siyah veya kahverengi ırklar da vardı.”
Churchward, MU’da iki çeşit siyah ırkın bulunduğunu bildiriyor:
1-Tamiller: siyah derili ve saçları düzdür. Bunlar zenci değildir, Habeş’tir.
2-Negroidler: siyah derili, kıvrık saçlı, kalın dudaklı tam zenci görünümündedirler. Anavatanları MU’nun güneybatı köşesidir.
Paskalya adasının bulunduğu MU’nun güneydoğu köşesinde ise bir beyaz ırk bulunurdu. Bunlar Karyenler ya da diğer adıyla Karalar’dır.
Mu’da köy ve kasabalarla birlikte asıl 7 büyük şehir bulunurdu. Bu kutsal altın kapılı olduğu belirtilen 7 büyük şehir ilim ve öğrenimin merkezidir. MU’daki kozmik kökenli dinin ve çeşitli bilimlerin öğretimi bu şehirlerde yapılmaktaydı. Bu şehirlerden biri bugün Ponape adasının bulunduğu yerdeydi. Diğer şehir ve kasabalar kıtanın üç kara parçasına serpilmişti.

Mu Uygarlığının Yönetimi Ve Ra-Mu

Mu topraklarında yaşayan 64 milyon kişilik nüfuzu oluşturan on kabilenin hepsi aynı dinde olup, her biri ayrı fakat hepsi de tek bir yönetim altında toplanmışlardı. Başlarında bulunan hiyerarşik şef, MU bir imparatorluğa dönüştüğü zaman imparator olarak seçildi.
RA adıyla anılan güneş, Tanrının en yüksek ve kolektif sembolü idi. Hiyerarşik şef imparator olarak seçildiği zaman “RA” ismini benimsedi. Bu isme MU ülkesinin adı eklendiğinde kralın unvanının tümü “RA-MU” olmuştu. Bundan sonra ülkeye yeni bir ad eklendi ve MU, Güneş İmparatorluğu adıyla anıldı.
Mu halkı RA_MU’ya karşı sonsuz saygı duyardı. RA_MU dini törenlerde tanrının temsilcisi sayılırdı. Fakat şu açıkça öğretiliyor ki, RA-MU mukaddes olan tanrı değildir. Sadece onun temsilcisidir. Niven’in buldu tabletlerden birinde şunlar yazılıdır: “bu tapınak MU’nun temsilcisi RA-MU’nun hükmü altındadır. Ve o büyük yaratanın ağızlığıdır(onun sözlerini aktaran, onun ifade vasıtası)”
Bir diğer tablette de şöyle bir ifade vardır:
“yaratıcının gözleri gece ve gündüz her şeyi görür ve RA-MU’nun ağzı vasıtasıyla doğruyu söyler.”

Mu’nun Diğer Kıtaları Kolonizasyonu

Eldeki bilgiler Mu’luların denizcilikte çok ileri olduklarını bildirmektedir. Dünyanın en uzak bölgelerine bile deniz yoluyla giderlerdi. Kendi kıtalarındaki nehir ve limanlara yakın kurdukları şehir aynı zamanda ticari merkezleriydi.
Zamanla anayurdun nüfusu arttıkça ve gemicilerin uzak yolculukları çoğaldıkça kolonileşme başladı. Böylece yüksek Mu kültürü, önce kolonilerine ve sonra kolonileri vasıtasıyla tüm dünyaya yayıldı. Churchward, kolonileşmenin başlangıç tarihi olarak MU’nun batışından 70.000 yıl öncesini gösterir.


Dünya gezegeninin bir belirli yaradılış başlangıcı olmuştur ve de bir yok oluş sonu olacaktır, diğer tüm yaratılıp-yok edilen kozmik nesneler gibi… Milyonlarca yıldır dünya gezegeni üzerinden, nice nice görkemli ve ilkel varlık sistemleri bir belirli evrim sürecini yaşamak üzere gelip geçmişlerdir. Onlar genellikle, kendilerinden sonraki uygarlıklara kendi kültür ve folklorlarından pek çok unsurları miras olarak bırakmışlardır. Aynen bir vetire, MU ve ATLANTİS uygarlıklarından da bizlere pek çok uygarlık kalıntılarının aktarılmasıyla gene gerçekleşmiştir. Çünkü birbirlerine böylesine yakın ve bağlı dönemler içerisinde ortaya çıkan bu uygarlıklar aslında bir Genel Evrim Devresi’nin birer parçaları olmalarından ötürü birbirlerine bu türlü çeşitli açılardan girişim yapmaktadırlar.

Sözgelimi: Mu uygarlığı ve Atlantis uygarlığı birbirine etkide bulunmuşlar ve onarlın her ikisi de şimdi bizim uygarlığımızı etkilemişlerdir.




Mu’da Bilim Ve Bazı Teknik Araçlar

Mu’lular günümüz uygarlığından pek çok alanda daha ileri seviyelere ulaşmışlardı. Özellikle spiritüel bilimlerde günümüzle kıyaslanamayacak derecede ileri bir aşamaya vardıklarını Eski Hint Metinleri de doğrulamaktadır.

İ.S. 8. Yüzyılda Mahavira’yı yazan Bhavabonti şöyle der:
“bilgin Rama’ya, Crimbhaha’nın sırlarını verdi. Bu sırlardan biri Prasvapana idi. Yüksek bir uyuşturucu gücü olan Prasvapana, Kumphakana ordularını bir anda yok edecek kadar kudretliydi”
Mahavira’nın beşinci bölümünde, Rama şu açıklamayı yapmakta: “kutsal bilimin sırları ancak inisiyelere malumdur. Binlerce yıldan beri ermişler, Brahma ve başkaları, bu silahların zaferlerini gördüler ve öğrendiler. Kriçaçva, Mantraşlar’ın gizli bilimlerinin bütün sırlarını açıklamıştı. Bana da bunları Viçvamitra söyledi.”Gene Mahavira’nın beşinci bölümünde, Puşpaka denen bir çeşit hava taşıt araçlarının eski başkent Ayadha’nın halkını taşıdığı yazılıdır. Ayrıca bu hava taşıt araçlarının, gece seferlerini yaparlarken birer yıldız gibi parladıkları belirtilmektedir.

Mu Bilim Rahiplerini Olağanüstü Yetenekleri

Öte yandan Hint yogasutrası, Aiçvaryalar’dan söz eder. Aiçvaya bir insanın malik olduğu halde tanımadığı melekeleri öğretme bilimidir.
Yogasutra,aşağıda yazılı olan bilim türlerinin Nacaller’den,yani MU’da hem rahip hem de bilgin sıfatıyla yaşayan bir sınıftan(mu bilim rahiplerinden)alınmış olduğunu yazar.

Hint Aiçvaryalar’ı yedi bölüm halindedir:

AMMA- irade ile maddeleri ufaltıp büyütebilmek(telekinezi)
LGHİMA- cisimleri hafifletebilmek ve havada durdurabilmek(levitasyon)
PRAPTE-zaman sınırlarını aşarak heryere ulaşmak ve düşünce nakli(telepati)
PRAKAMYA- irade yolu ile gaz ve sıvı cisimler arasından olduğu gibi katı cisimler arasından da geçebilmek(ışınlanma)
İÇİTRİTYA-maddelerin özelliklerini değiştirebilmek(alşimi)
SOHTART-kendi bedenine ikinci bir ruh sokabilmek veya başka bir vücuda sahip olabilmek(hüddamlılık ve ikiz beden)
ATARTVAÇ-görünmez olabilmek(demateryalizasyon)


Mu Belgelerinde Renk Irklarının Oluşumu Kuramı

Churchward, “hayatın kaynağı ve hayat nedir” isimli eski bir Naakal yazısında, deri renginin nasıl ve niçin değiştiğine ilişkin Naakal görüşünü içeren bir bölümü şöyle açıklıyor: “insanların deri rengi nasıl ve niçin değişmiştir? Bu hala çözülemeyen bir sorudur. Bu konuda 25–30 bin yıl önce Naakaller’in neler düşündüklerini görelim: “insanların derilerinin renginin değişmesine sebep olan aracı sebepler çeşitlidir. Fakat esas sebep hayat kuvveti ile deriyi meydana getiren elemanter yapı taşlarının arasındaki dengenin bozulmasıdır. Salgı bezlerinde gizli bulunan hayat kuvveti, deri de dâhil bedenin çeşitli organlarına kan tarafından taşınır. Hem salgı bezi vücudun bazı belli parçalarını kontrol eder ve bunlar yollayacağı kuvvete uygun olarak bir hacme sahiptir. Bu salgı bezlerinin ifrazları yenilen yemeğin cinsine bağlıdır. Çok ya da az ifraz olabilir. Böylelikle ya bu elemanter yapı taşı azalır yahut çoğalır, bu da çeşitli şekil ve renk değişikliklerine sebep olur. Bu hayat kuvveti aynı zamanda hücrelerin işlerini daha iyi yapmalarını da sağlar, uyarır, teşvik eder. Ne zaman ki bu kuvvette bir artış olur, hücreler fazlalaşır daha hızlı çalışırlar yahut tersine bu kuvvette bir azalma olduğu vakit bir takım bozukluklar meydana gelir. Bu dengesizliklerden doğan belli başlı bozukluklar şu noktalarda olur: bedeni ölçülerde, saç karakterinde, derinin renginde ve diğer bazı özelliklerde. Demek ki bu önemli dengesizliğin genel sebepleri yemeğin karakteri ve biraz da iklimdir.”

Robin Collyns, Mu ve Atlantislilerrin prk iyi bildiği söylenilen genetik bilimi ve geçmişte, bu bilim dalında yapılan çalışmalara ilişkin şunları söylemektedir:“bazı efsane ve yeni yeni birçok bulguların önerilerine göre, bu konuyla ilgili olarak MU’daki, ATLANTİS’deki ve Çindeki hayli ileri ugarlıklar Genetik Mühendisliğinin gerçek inceliklerini bildiklerinden, insana benzer varlıkları veya “maysun-insan” varlıklarını ilim vasıtasıyla genetik irsiyet faktörleriyle değiştirerek insan biçimine getirmişlerdir. (Ancient Skies,September-October)

Mu Uygarlığında Mimari

Mu’luların ileri bir mimariyle inşa ettikleri yapılar arasında taştan saraylar ve devasa tapınaklar da vardır.
W.J.Thomson’nun çözdüğü bir Paskalya adası tabletinde MU’daki yollara ilişkin şunlar söylenmektedir:
“koca kıtayı bir örümcek ağı şeklinde düzgün yol sistemleriyle örmüşlerdi. Yolarlın yapımında kullanılan düz taşlar birbirine öyle kenetlenmişti ki hiçbir çıkıntı ve çöküntü yoktu.”

Mu’da İfade Vasıtası Olarak Yazı

Churchward’a göre Mu alfabesi 16 harften meydana gelmişti, bunlardan başka iki sesli harfin birleşmesinden meydana gelen harfler de vardı. Harfler çeşitli şekiller ve semboller halindeydi.Mu’da genel olarak kullanılan yazı şeklinden başka sadece bazı bilim rahiplerinin kullandığı hiyeratik yazı şekli vardı ki, ezoterik anlalar taşıyan u yazı şekliyle bir çok şey sembolize edilmekteydi.

İlk dini semboller basit ve çizgi(hat) halindeydi. Bu çizgiler çeşitli anlamlar taşıyordu ve üstatlar da bu çizgilerin taşıdığı anlama göre öğretiyorlardı. Zamanla çizgiler birleştirilmiş ve geometrik şekiller halini almıştır.





Genelde Atlantis le ilgili duyuyoruz hep böyle şeyleri.MU yu bılmıodum açıkçası bikaç gün öncesine kadar ayrı konuda açtım bununla ilgili "İstanbul'un Kadim Sırları" adlı bi kitap yazdı kuzenim.Murat İrfan Ağcabay.Kitabı okumaya başladım MU nun varlıgıyla orada karşılaştım ilk kez.Bu uygarlıgın yıkılışından sonra yayılan kultürünün nerelere kımler tarafından goturuldugu en son istanbul da toplandıgı ile ilgili bi kitap.Yani insanlığın asıl tarihi diyebiliriz.Şu magralarda yazıtlarda falan bulunan füze astronot sembollerı şimdi daha anlamlı tufandan önce yaşayan ırk bizden daha ileriydi.Helak edilen bi ırktan bahsedilir kitaplarda işte bu MU.Türklerin soyunun burdan geldiğini söyleyen çok bunun sebebi ise uygurların MU nun bi uzantısı olması ve Ulu önderimizin yaptığı araştırmalar.

_FrKn_
19-11-2011, 23:44
okumak istiyorum ama çok uzun.eğer silinmezse yarın okuyacağım :)
modlardan ricam bir sakıncası varsa da kilitleyin en azından :)

Designer
19-11-2011, 23:48
Niye silinsin canım siyasi bişey değilki sonuçta İlluminati silinmediyse buda silinmez heralde

Designer
20-11-2011, 00:05
Yazının sonunda bahsettiğim kitapta kıtanın batışından sonra hayatta kalanlar arasından rahipler tarihlerini yaşatmak öğretileri yeni nesillere aktarabilmek için hem zihinleriyle hem tabletlerle bunları başka kıtalara taşıdılar.Ne MU hakkında fikrim varken nede kitap yazılmadan once nat geo da bi belgesele denk gelmiştim.Mısır ve atlantisle ilgili diodu ki atlantisliler mısıra gelip parşomenlerini sakladılar ve piramitlerin yapımına yardım ettiler die.Yukardakı yazıyı okursanız atlantıs ve mu nun birbiri ile etkileşim halınde oldugunu goruceksınız ve yine yukarda okursanız MU rahiplerini güçlerinden söz edio cisimleri hafifletmek havaya kaldırmak gibi piramitler bu şekilde yapılmış olabilir.Ayrıca yine biliniyo ki büyük iskender mısıra geldıgınde iskenderiye kutuphanesini yaptırmıştı.Kitapta rahiplerin belgeleri yazıtları sakladıkları ve iskenderin gelip mısırı alıp saklanan yazıtların uzerine iskenderiye kutuphanesini yaptırdıgı yazılı.Daha sonra bizans imparatorunun emriyle kutuphane yakılmış.Söylentiye gore içerdeki belegelerin hepsini yakmak 6ay sürmüş.Nasıl bir tarih yok edilmiş siz düşünün artık.Kusura bakmasınlar ama ben o bilim adamlarının zırvalarına inanmıyorum.Bi hesapla her gün tek bir piramitin yapımında 20bin işçi çalışsa ve bilimadamlarının dediği gibi her taş blogu 600km uzaklıktakı taş ocagından kutukler ustunde cekerek taşısalar o piramitin bitimi 600yıldan fazla suruyormuş.Bu açıklama çöpe gittiğine göre ne kaldı geriye uzaylılarmı yardım etti hiç sanmıyorum en makul açıklama bence bu MU

Şu alıntıyıda yapıyım yukardan
"Mu Uygarlığında Mimari

Mu’luların ileri bir mimariyle inşa ettikleri yapılar arasında taştan saraylar ve devasa tapınaklar da vardır.
W.J.Thomson’nun çözdüğü bir Paskalya adası tabletinde MU’daki yollara ilişkin şunlar söylenmektedir:
koca kıtayı bir örümcek ağı şeklinde düzgün yol sistemleriyle örmüşlerdi. Yolarlın yapımında kullanılan düz taşlar birbirine öyle kenetlenmişti ki hiçbir çıkıntı ve çöküntü yoktu.”

Bu bahsedilen taşlar pascalya adası ve bi yerde daha var ısmını unuttugum arasına bıçak girmeyen binlerce yıllık taş duvarlar öyle kesilmişler ki o günün keski aletleriyle bunu yapmak imkansız sanki günümüz makınalarıyla puruzsuz kesılıp yerleştirilmiş gibiler.

erdem325
20-11-2011, 00:19
illuminati o zaman teeee bu heriflerden mi geliyor?
bu kita muhabbeti ve illuminati sanki baglantili gibi..

e bizim kitabimiz olan kuran-i kerim'den de biliyoruz ki rabbimizin helak ettigi toplumlar var..
benim baya ilgimi cekti simdi..

o bu degilde bunlara bakicam diye butun vizelerden patlicam o olucak :D
vizelerden sora iyice ilgilenicem bu konularla..
tesekkurler..

Designer
20-11-2011, 00:21
Benımde tam vize haftasıda pek salladığım söylenemez aman şimdi kaptırma kendini çıkamıyosun sonra .d he bide her şeyede illuminati sokmayalım yani MU kim illuminati kim.Gerçi şöyle bişey var o yukarda yazan bunları keşfeden ingiliz asker masonmuş.

ACYV
20-11-2011, 00:23
Atatürk bile MU kıtası hakkında araştırma yapmıştır... Bu da ek bilgi olsun...

erdem325
20-11-2011, 00:27
Benımde tam vize haftasıda pek salladığım söylenemez aman şimdi kaptırma kendini çıkamıyosun sonra .d he bide her şeyede illuminati sokmayalım yani MU kim illuminati kim.Gerçi şöyle bişey var o yukarda yazan bunları keşfeden ingiliz asker masonmuş.

yok herseye illuminat sokmak degil maksadim da dikkatimi ceken sey bu mu daki heriflerin bazi ogreti ve zart zurtlarinin yazili oldugu tabletleri vs misira falan getirmis olmalari..
hani elden ele ogreti yayimi vs gibi olaylar da var galiba bu illuminatide, o bakimdan bi benzerlik kurdum ben, belki helak olma sebepleri bu tarz buyu yada seytana tapma vs gibi seyler olabilir diye..
bi de tabii ki bu ucgen icindeki goz olayi da baglantili gibi sanki..
piramit-misir-tablet-ogreti-aydinlanma falan :D
neyse bi hafta sora bakiyim ben bunlara, yoksa cidden saricam, sararsamda dibine inmeden cikamam..

Designer
20-11-2011, 00:37
Atatürk bile MU kıtası hakkında araştırma yapmıştır... Bu da ek bilgi olsun...

Evet yukardaki yazıda var buda..


yok herseye illuminat sokmak degil maksadim da dikkatimi ceken sey bu mu daki heriflerin bazi ogreti ve zart zurtlarinin yazili oldugu tabletleri vs misira falan getirmis olmalari..
hani elden ele ogreti yayimi vs gibi olaylar da var galiba bu illuminatide, o bakimdan bi benzerlik kurdum ben, belki helak olma sebepleri bu tarz buyu yada seytana tapma vs gibi seyler olabilir diye..
bi de tabii ki bu ucgen icindeki goz olayi da baglantili gibi sanki..
piramit-misir-tablet-ogreti-aydinlanma falan :D
neyse bi hafta sora bakiyim ben bunlara, yoksa cidden saricam, sararsamda dibine inmeden cikamam..

Zaten mu krallarından biri RA-MU die geçio krallığın dier adıda güneş imparatorluğu.Anaa bak şimdi bende bağlantı kurdum :D Haçlı seferlerinde tapınak şovalyelerının asıl amacı kudusu almak değildi bi kitap vardı adını unuttum şimdi asıl amaç onu almaktı altta yatan amaç.O kitaptada metafizik bilgileri gibi çok uçuk şeyler varmış.Eğer öyle bi kitap varsa zaten MU dan çıkmadır doğru söylüyosun bak.Helak edilme sebepleri büyüler sihirler fallar olsa gerek.O bahsettiğim kitaptada böyle bilgiler var.Hz.İsa nın hindistana gidip bu dinini ve dilini öğrendiğide söylenir ölmeden önce söylediği son sözler MU dilindeymiş.

Edit:O adını unuttuğum haçlı seferlerindeki kitap "KABALA" şimdi hatırladım :D

erdem325
20-11-2011, 00:41
Evet yukardaki yazıda var buda..



Zaten mu krallarından biri RA-MU die geçio krallığın dier adıda güneş imparatorluğu.Anaa bak şimdi bende bağlantı kurdum :D Haçlı seferlerinde tapınak şovalyelerının asıl amacı kudusu almak değildi bi kitap vardı adını unuttum şimdi asıl amaç onu almaktı altta yatan amaç.O kitaptada metafizik bilgileri gibi çok uçuk şeyler varmış.Eğer öyle bi kitap varsa zaten MU dan çıkmadır doğru söylüyosun bak.Helak edilme sebepleri büyüler sihirler fallar olsa gerek.O bahsettiğim kitaptada böyle bilgiler var.Hz.İsa nın hindistana gidip bu dinini ve dilini öğrendiğide söylenir ölmeden önce söylediği son sözler MU dilindeymiş.

bence rezerve et kurdugun baglantilari, vizelerden sora yardiralim :D

Designer
20-11-2011, 00:45
bence rezerve et kurdugun baglantilari, vizelerden sora yardiralim :D

Haftaya bitio benimkiler valla ben burdayım beklerim :D

erdem325
20-11-2011, 00:47
aynen haftaya devam :D

levent
20-11-2011, 01:04
Kitap kargoda, Pazartesi elime ulaşır, vizeleri aksatmadan okumaya başlarım bende . Haftaiçi vizeler biter Levent kitaba gömülür, hiç alakam yoktur oysaki kitaplarla :D

Designer
20-11-2011, 01:11
Dili biraz ağır gelebilir çünkü kavramlardan terimlerden falanda bahsedio sıkılmadan okumak gerek

Designer
20-11-2011, 03:33
ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Mu kıtası ile ilgili araştırmalar için, o zamanki Meksika büyük elçisi Tahsin Mayakon’a Maya kültürünü inceletmiş, 2012 ve Maya kehanetleri ile ilgili çalışmalar yaptırmış, o zamanki Türk Dil Kurumu başkanı sayın İbrahim Necmi Dilmen ile birlikte önemli bir araştırma projesine imza atmıştır.

Bu konuda hazırlanmış raporların her biri bir kitapçık uzunluğunda olup, Orta Amerika kültürü, Mu kıtası, tüm dünyadaki tek tanrı inancı, Türk dili ile Maya dili arasındaki benzerlikler hakkında önemli çalışmaları içermektedir. Atatürk, Mayatepek’in James Churchward’ın çalışmaları hakkındaki bilgileri aktarmasından sonra kendisini Türkiye’ye davet etmiş, Ancak James Churchward’ın yaşı nedeni ile bu gerçekleşememiştir. Ancak çalışmalarını desteklemiş, onun kitaplarını Türkçe’ye çevirtmiş, bunun yanında da Maya kültürü ile Türk kültürü arasındaki folklorik bağlantıları incelemiştir.

Bu çalışmanın sonucunda Türk ve Maya dillerinde birbirlerine benzeyen kelimeler ve dil grupları görülmüştür. Örneğin Türkçe’deki Tepe sözcüğü Maya lisanında Tepek’tir. Bu çalışmalar sonrasında, çalışmalarından memnun kaldığı Tahsin Mayakon’un soyadını Mustafa Kemal, Tahsin Mayatepek olarak değiştirmiştir. Bu çalışmaların bir kısmı Anıtkabir kitaplığında hala bulunmaktadır. Peki bu araştırmaların içeriğinde neler vardı?

Tahsin Mayatepek’in ve James Churchward’ ın yaptığı araştırma sonucu bulananlar şunlardır.

1. M.Ö. 15.000 civarında Pasifik okyanusunda, deniz yolu ile uzak, ekvator iklimine yakın, insanların mutlu yaşadıkları, din kitaplarında cenneti temsil eden motiflerin, büyük şelalelerin, zehirli olmayan hayvanların, verimli düzlüklerin ve ovaların oluşturduğu çok verimli bir kıta vardı. Şu anda da olduğu gibi, bu kıta zaman zaman Okyanus tektoniği ve levha hareketleri yüzünden büyük deprem hareketlerine maruz kalırdı ve sonuçta kıta parçalara ayrılarak yok oldu.

2. Kıtada 4 ayrı insan grubu yaşardı ve onlar bu dünyaya bir başka ana vatandan geldiklerine inanırlardı. Anavatanlarının neresi olduğu tespit edilememişti. Hopi ve Dogonlar buna Sirius derlerdi. Fakat bunun gerçekliğini kanıtlayacak arkeolojik tablet ve gözlem bulunmamaktadır.

Designer
20-11-2011, 03:35
Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalan Xian şehrine 100 km uzaklıkta Qin Ling Dağlarında M.Ö. 15.000 civarında yapıldığı düşünülen 300 metre yüksekliğinde dünyanın en büyük piramidi varmış. Dünyadaki en büyük piramit Mısırdaki Keops değil, Çin’deki bu Beyaz Piramit’miş. Mimarları UYGURLAR mış yani türk kökenli olabiliceği söyleniyor.Kökenler MU ya dayanıyo sanırım .)

Designer
20-11-2011, 03:54
Sular şiddetle ovalara hücum etti.
Bütün araziyi kapladı.
Plajlarla, tepelerin olduğu
Alçak yerlerde girdaplar oluştu.
Sular bütün dünyayı kapladı.
Sular önüne gelen her şeyi ve canlıyı mahvetti.
Arzın temelleri sarsıldı ve MU kıtası battı.
Yalnız zirveler suların dışında kaldı.
Soğuk rüzgarlar çıkıncaya kadar kasırgalar esti.
Vadilerin yerlerinde derin buz çukurları oluştu.
Delikler çamurla doldu.
Açılan bir ağızdan dumanlar ve lavlar fışkırdı.

Yukarıdaki epik anlatım, Yunan alfabesindeki harflerin Maya dilindeki
yorumuyla açılarak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. ‘Alpha’ harfiyle başlayıp
‘Omega’ harfiyle biten Yunan alfabesinin Maya dilindeki çevrimi bize bu
ilginç anlatıyı sunmakta. Bir alfabenin içine kadar giren Mu Uygarlığının
batışı ve günümüz dünyasına etkileri aslında bir kitap olabilecek kadar
geniştir.

Designer
20-11-2011, 03:57
http://img411.imageshack.us/img411/1088/tablecvo.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/411/tablecvo.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Alfabe lerin benzerliği

levent
20-11-2011, 05:59
Dili biraz ağır gelebilir çünkü kavramlardan terimlerden falanda bahsedio sıkılmadan okumak gerek

Konusu sardıktan sonra o kitap bizim sülaleyi dolaşır :D

Sırayla, ben > annem > kuzen > onun görümcesi diye ilerleyecek muhtemelen :D

2000HC
20-11-2011, 12:22
ilginç bir konu gerçekten teşekkürler arkadaşlar

Turk-Look
20-11-2011, 13:42
Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalan Xian şehrine 100 km uzaklıkta Qin Ling Dağlarında M.Ö. 15.000 civarında yapıldığı düşünülen 300 metre yüksekliğinde dünyanın en büyük piramidi varmış. Dünyadaki en büyük piramit Mısırdaki Keops değil, Çin’deki bu Beyaz Piramit’miş. Mimarları UYGURLAR mış yani türk kökenli olabiliceği söyleniyor.Kökenler MU ya dayanıyo sanırım .)

Japonya'nın Okinawa yakınlarında da 1985 yılında keşfedilmiş deniz altında bir piramit mevcut.10.000 yıllık ve Mu kalıntısı oldugu tahmin ediliyor.Video ve yazılı bilgiler net'te mevcut araştırmak isterseniz.

20 yaş öncesi çok araştırırdım ben de hepte ilgili alanıma girmiştir. Popüler kültür esiri olmuş yoz gençlerin yanında bu konulara merak salıp araştıranları görmek güzel.

Designer
20-11-2011, 15:01
İlluminatiyi araştırmaya başladıktan sonra o populer kulturun esiri olmak benım için zor gerçekten seviyorum bu konuları araştırıyorum bakalım nereye kadar gidicek .)

Shadow_Dancer
20-11-2011, 15:03
Mustafa Kemal Atatürk'ün hususla ilgili çalımasını Anıtkabir 4. kısımda görebilirsiniz arkadaşlar.. Kitap üzerinde kendi el yazısı ile aldıgı notlar var.. Ömrü yetse idi, olaya çok daha degişik bir boyut kazandırabilirdi..

Designer
20-11-2011, 15:06
http://img511.imageshack.us/img511/3615/toplu.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/511/toplu.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Bahsettiğiniz piramit bu sanırım dikkat ederseniz fotolardan birinde bi surat var taştan bi kafa.Paskalya adasındakilerle aynı.Çin.........Paskalya.Ne alaka acaba .)

Edit: Şimdi batıkla ilgili bişeye daha rastladım piramitten çıkarılan bi tablet mısır yazılarını içeriyomuş.Herşey açık deilmi ya batan bi kıta var burdan kurtulanlar amerıkaya mısıra kadar gidiyo maya mısır ve denız dıbınde bulunan yapılardan cıkan yazıtlar aynı dılde halbukı ne kadar alakasız yerlerdeler.Sahil tarafında yaşayan yerlilerde hepsınde ortak bi hikaye anlatılırmış deniz otesi gelişmiş insanları anlatan batan bi kıtayı anlatan bi hikaye.Ve gerek japon sahillerindeki yerlıler olsun gerek amerıkadakıler dıllerı araştırıldıgında hepsının dılının ortak aynı bir temelı oldugu gorulmuş.Halbuki japonya neresı abd neresi.Bence yeterli delil var bu kıtanın varlığı hakkında.

peace
20-11-2011, 15:15
listeye aldım boş zamanımda bende ilgilenicem bu konuyla.bir iki belgeselde rastlamıştım tam olarak araştıramadım bi türlü.

yellows2kturbo
20-11-2011, 19:41
Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalan Xian şehrine 100 km uzaklıkta Qin Ling Dağlarında M.Ö. 15.000 civarında yapıldığı düşünülen 300 metre yüksekliğinde dünyanın en büyük piramidi varmış. Dünyadaki en büyük piramit Mısırdaki Keops değil, Çin’deki bu Beyaz Piramit’miş. Mimarları UYGURLAR mış yani türk kökenli olabiliceği söyleniyor.Kökenler MU ya dayanıyo sanırım .)

atatürkün bu araştırmaları yaptırdığını duydukdan sonra bende baya bi ilgilenmiştim kayıp kıta mukonusuyla ***** o neticeyle bende ismi beyaz piramit diye nitelendirilen bu piramite inandım ama xian a gidip orayı ziyaret edince böyle bi olay olmadığını öğrendim maalesef. evet orda piramite benzer yapılar var ama bunlar toprak yığma yapılar ve önemli kişilerin mezarları olarak yapılmış yani tümülüs demek daha uygun olur bu yapılara zaten xian hava alanına indikden sonra şehir merkezine giderken epeyce görme şanzınız oluyor. artı olarak çin hükümeti tarafından saklandığı yok edilmeye çalışıldığı gibi bilgilerde var nette ama bunlarda yalan çünkü bu yapıların en büyüğü çin'i 7 toplulukdan birleştiren çinin ilk imparatoruna ait ki bu kişi terracoto askerlerini yaptıran imparator Qin Shi Huang'dır bu en büyük yapıda onun mezarının olduğu yerdir toprak yığma olduğu için erazyona uğramaması adına üstü ağaçlandırılmış durumdadır ve bu askerleri sakladığı yere 5 km civarında bir yerdedir zaten askerlerin yapılış amacıda öldükden sonra tekrar hayata inanıldığı için kendisine yakın şekilde askerlerinin bulunması ve kendisini korumasıdır.

bunun dışında mu konusuna gelince dediğiniz gibi çok ciddi belgelere ulaşılmıştır ama benim görüşüme göre hala kıtanın yeri konusunda kesinleşmiş bir bilgi yok. hint okyonusu civarında olma ihtimali de baya yüksek görünüyor çünkü burdan kopan baya büyük bir parçanın şimdiki hintiçi yarımadasını oluşturduğu görüşüde ağır basmakda ki bunu nedeni hem orta asya dan dağılan kavimler ve hint ve tibet de bulunan belgeler. yani hint içi yarımadasını oluşturan ve himalayaların oluşumunu sağlayan kara parçasının mu nun üst kısmı olduğu görüşü

paylaşım için teşekkürler

Designer
20-11-2011, 22:50
Pasifik okyanusunda olduğunu sanıyorum ben çünkü o hizadaki ulkelerin kıyı şeridinde yaşayan yerliler birbirlerin çok alakasız yerlerdede olsalar aynı efsanelerı anlatıyorlarmış ve hepsının kullandığı dilin temeli neredeyse aynıymış.Piramite gelirsek nerdedir bilmem ama fotograflarda görünen buyuk surat heykeli var onun aynısı pascalya adasında var 600u gecik o tarz heykel.

Designer
21-11-2011, 00:31
İnsanlığın aydınlanmasında en büyük rolü hiç kuşkusuz Modern Bilim rol oynuyor. Hatta Bilime tapanlar bile var. Ancak bazen birçok bilim adamının çokta geniş fikirli olduğunu söyleyemeyiz. Hatta dünyaya at gözlükleriyle baktıkları bile söylenebilir. Onlar bir doktrini temel alarak yollarına devam etmekte ve aldıkları bilimsel öğretilerin sınırlarını zorlamadan olaylara açıklık getirmektedirler. Buda bazen dar görüşlü teorilere yol açmaktadır. Klasik tarih ve diğer bilim öğretilerine ters düşen ve bir muamma olarak karşılarına çıkan bir çok olayı ve buluntuyu "vardır mantıklı bir açıklaması " deyip geçiştirmekte , hatta incelememektedir. Çünkü ulaşacağı sonuçlar hiçte klasik tarihin sıralamasına uyacak cinsten olmayacak. Klasik yolu değiştirmek istemediklerinden dolayıda bu buluntuları görmezlikten gelmekte, tartışmalara girmemektedirler. Buradaki amacımız bilim adamlarını kötülemek falan değil. Bilime karşı olmakta saçmalıktır. Ancak düşüncemiz Klasik bilimin daha geniş fikirlilikle incelemeler yapması ve insanlığı gerçeklerle aydınlatmasıdır. Evrim teorisinde olduğu gibi yüzyıllar öncesinin yanılgılarını devam ettirmek yerine yeni sayfalar açarak insanlığı gerçeklerle buluşturmak onların görevi olmalı. Şimdi gelin bakalım, şu dünya üzerinde bulunan ve bilimin görmezlikten geldiği , tarihimizin karanlıklarından buluntulara kısaca göz atalım. Buluntular sadece bunlarla sınırlı değil tabiki. Şimdilik sadece bu kadarına yer vereceğiz.


http://img838.imageshack.us/img838/7738/15713722xy2.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/838/15713722xy2.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Mısır , Dendera 'daki Hathor tapınağında göze çarpan ampuller. Bu ampuller kıvrımlı kablolar ile bir jeneratöre veya açma kapama düğmesine bağlıdırlar. Ampul şeklindeki cismin içine bir yılan tasviri konulmuş. Bu da ampulün içindeki ince teli gösteriyor olabilir.

http://img854.imageshack.us/img854/228/59534351bc1.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/854/59534351bc1.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Rudolf Gantenbrink tarafından Büyük Piramitte keşfedilen bakır kulplu kapı. Resim UPUAUT 2 adlı bir araştırma robotu tarafından çekilmiştir.. Hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen gizemli kapı ,kraliçe odasından başlayan güney kanallarında yer almaktadır. Bu kapının arkasında başka bir kapı daha bulunmuştur. Yapılan bazı araştrmalar sonucunda içinde ne oldğunu bilmediğimiz bir oda veya odalar bu ikinci kapının arkasında bulunmaktadır.. Aynı kapıdan kral odasından başlayan kuzey kanallarındada bulunmuştur. Burada sorulan en önemli soru şu : Görünüşte hiçbir amaca hizmet etmeyen bu kapılar Neden buralara kondu ?

http://img525.imageshack.us/img525/2447/54362226fv0.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/525/54362226fv0.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Yukarıdaki resimde gördüğünüz çekiç bir kum taşı içinde bulunmuştur. Yani Prensibe göre ,bu kum taşı oluşurken çekiç oradaydı. Keşif 1844 yılında Fizikçi David Brewster tarafından yapılmıştır (Kingoodie , Myinfield - İngiltere). İngiliz jeoloji arştırma merkezinden dr. A. W. Med tarafından yapılan analizlerde bu kum taşının yaşının 360 ile 460 milyon yıl olduğu saptanmıştr. Yani çekicinde o kadar eski olması gerekiyor. Bu sefer soru sormayacağım. Soruları siz üretin.

http://img337.imageshack.us/img337/1050/63952689bz0.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/337/63952689bz0.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Üzerinde oyularak yapılmış, tam gelişmemiş olsada rahatlıkla farkedilen bir insan yüzü bulunan bir deniz kabuğu. Bu buluntu 1881 yılıında jeolog H. Stopes tarafından rapor edilmiştir.Yapılan testler sonucunda, oyma işleminin kabuklu henüz yaşarken yani fosilleşmeden önce yapıldığı ortaya çıkmıştır.Bu deniz kabuğu Pliocene devrine ait ve 2 milyon yıllıktır.

http://img511.imageshack.us/img511/7705/35582065to3.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/511/35582065to3.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Bu metal kürecikler Güney Afrika, Klerksdorp 'tan. Birinin üzerinde kürenin çevresini dolaşacak şekilde birbirine paralel 3 çizgi oyulmuştur. Bu küreler Cambrian devri öncesine ait pek çok mineral arasında bulunmuştur (2,8 milyar yıl öncesi). Bu kürelerden bazıları 6 milimetre kalınlığında, ince bir kabuğa sahiptirler. Bu ince kabuk kırıldığı zaman kürenin içinden süngerimsi garip bir şey çıkıyor.Bu süngerimsi şey havayla temas edince parçalanıp toz haline geliyor. Bu kürelerin ne oldukları ,ne amaçla yapıldıkları bilinmiyor. Üstelik 2,8 milyar yaşındalar. İnsanın inanası gelmiyor ancak bilimsel veriler bunlar.

http://img266.imageshack.us/img266/7168/13017992rn0.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/266/13017992rn0.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

"Geode of Coso" antik bir parçadır. Bu kaya parçasının üzeri doğal kristallerle kaplanmıştır.içinde bir boşluk bulunmuştur. Bu boşlukta, malzemesini metal ve porselenin oluşturduğu garip bir cisim bulunmuştur.

Resim A : Kaya parçasının iki parçaya bölünmüş hali.
Resim B : Taşın her iki yarısının iç kısmını görüyoruz.
Resim C : Radiography tekniğiyle içindeki cismin resmi çekiliyor. Cisim o kadar eski olmasına rağmen metal bir yapıdadır. Bu cismin üzerinde meydana gelen ve onu kaplayan kristal oluşumlu kabuğun oluşabilmesi için 500.000 yıl (beş yüz bin yıl) geçmesi gerekiyor !
Resim D : Yan taraftan çekilen radiography resminde metal cismi daha ayrıntılı bir şekilde görüyoruz.

Sonuç olarak bu garip cisim 500.000 yıl yaşındadır. Günümüzde bir şeye ait bir parça olsaydı ,çoktan ne olduğu tespit edilirdi.

http://img805.imageshack.us/img805/8119/50521843vt9.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/805/50521843vt9.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Japonya''da, Yonaguni''de denizin derinliklerinde bulunan ve "insan yapisi" oldugu izlenimi veren tapinak benzeri binalar acaba Prof. Hernandez'in temasi sirasinda anlatilan kitalari ayrilmasi ve hareketi ile Atlantisin bugünkü noktasindan uzaklasmis yine Atlantislilere ait bir baska dev piramitmi? Belkide piramitleri insa edenler Atlantislilerdi, kimbilir.

1985 yilinda Japonya’nin Okinawa Adasi yakinlarindaki Yonaguni’nin açiklarinda dalis yapan bir balikadam, hiç beklemedigi bir görüntüyle karsilasti. Suyun metrelerce altinda, dipte, derinlere dogru alçalan basamaklariyla garip bir antik kalinti uzaniyordu önünde. ilkin göz yanilmasi sandi, basamaklara yaklasip inceledi, yapinin çevresini dolastikça saskinligi daha da artti. Bilinmez bir zamandan beri suyun altinda yattigi belli olan bu basamakli yapi, düzenli kivrimlara, son derece hassas açilara sahipti. Balikadam, sudan çikar çikmaz bildigi her yere bu bulusunu haber verdi. Yonaguni sularinin dibindeki bu esrarengiz yapinin sirri henüz tam olarak çözülebilmis degil. Ama seksenlerden bu yana dalis yapanlarin oldugu kadar, jeologlarin ve arkeologlarin da ilgi odagi.
Japonya da, Okinawa ve dolaylarinda, zaman zaman 3000 yillik kalintilara rastlaniyor. Ama suyun altinda bulunan ve yapisi itibariyla bir "basamakli piramit" izlenimi veren buluntunun ne zaman kimler tarafinan yapilmis olabilecegi üzerine kimsenin fikri yok. Aslina bakilacak olursa, bu yapinin "insan yapisi" oldugu da simdiye dek resmen kabul edilmis degil. isin içinden çikamayan arkeologlar ve ortodoks jeologlar, bu dümdüz basamaklarin dogal etkilerle olusmus olabilecegini belirtiyorlar, ama hiç de inandirici degiller. Yonaguni’deki gibi düzgün, sasirtici derecede simetrik ve insan yapisi izlenimi veren bir bulguya Bimini hariç hiçbir yerde rastlanmadi. Sfenks üzerinde çalismalar yapan Boston Üniversitesi’nden Dr Robert Schoch ile John Anthony West de çalismalara katildi. Dr Schoch, ilk dalista uzun uzun Yonaguni kalintilarini inceledi ve görüsünü net bir biçimde açikladi: "Bu kayaliklar kesinlikle insan yapisi ve tahmin edebilecegimizden çok çok daha eski. Asagi yukari, 10000 yillik!" Biminideki kalintilarinda en az 10000 yillik oldugu düsünülüyor. Rastlantimi sizce?
Ayni yorumu, John Anthony West ve Japon uzman jeologlar da yaptilar. Dümdüz, doksan derecelik açilarla inen basamaklarin yani sira, kösegenlerde oyulmus düzgün ve orantili hendekler, dört ayri yerdeki sütun yerlestirme yuvalari, bu yapinin kesinlikle bir antik kalinti, bilinmeyen bir dönemden kalma "basamakli piramit" oldugunu gösteriyordu.
Schoch’un düsüncesiyle birlestirildiginde, Japon sularinin dibinde yatan bu çok eski ve bilinmez mimarlarin eseri yapi, i.Ö 11000 dolaylarindaki buzul erimesi sonucu denizlerin yükselmesiyle derinlere inmis bir "yitik uygarlik kalintisi" izlenimi veriyor.
Yonagoni’deki arastirmalar yogunlasmis durumda. Eger çevrede insana ait bir medeniyet izi (yazi vs..) bulunabilirse gerçekten çok önemli bir bulus gerçeklesmis olacak. Belkide bulunacak seyler Bimini'deki kalintilarla örtüsecek ve Atlantis ve Atlantis'in dev pirtamitlerinden biri olabilecegi ortaya atilacak veya kayip kitalar olan efsanevi Mu ve Lemurya medeniyetleri belkide bulunmus olacak.
Sonuç dünya tarihi yeniden yazilmak durumunda kalinacak, "yaziyi ilk kullanan medeniyet Sümerdi" cümlesini tarih kitaplarimizdan çikarmak zorunda kalabiliriz.

http://img683.imageshack.us/img683/3479/17310670fy7.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/683/17310670fy7.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Peru Sacsahuaman 'daki bu duvarlar ,Bimini adasındaki esrarengiz su altı yapıları ile kesin bir benzerlik göstermektedir. Bu arkeolojik duvarlar bir gizem taşımaktadırlar çünkü ,antik çağlarda yapılmalarına rağmen ,bu kadar kusursuz bir şekilde işlenip yerlerine koyulana kadarki aşamalar için yüksek bir teknoloji ve bilgi gerektirmektedirler. İnsanın açıklayamadığı , garip iç ve dış açılara sahip bu duvar taşları hakkında cevabını bilmediği sorular ise şunlar : Nasıl taşındılar?Nasıl ölçülüp nasıl kesildiler ? Nasıl bu kadar doğrulukla yerleştirildiler ? Hemde ilkel insanlar tarafından.


http://img337.imageshack.us/img337/8412/71238869vn6.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/337/71238869vn6.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Bazı Nazka (Nazca) çizgileri ,yukarıdaki resmin orta kısmında görüldüğü gibi ,birbirine paralel kilometrelerce ve hatta dağları ,vadileri aşarak uzanmaktadırlar. Bu çizgileri kim takip ediyordu ve ne amaçla ?

http://img690.imageshack.us/img690/6078/10cs5.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/690/10cs5.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Mısır 'daki Abydos tapınağındaki hiyerogliflerde ,helikopteri ,tankı, kargo uçağını ve planörü çağrıştıran şekiller vardır. Bu hiyeroglifler başka hiyerogliflerin altına gizlenmişlerdi. İlk tabaka hiyerogliflerin yerinden kopup düşmesiyle bu esrarengiz şekiller gün yüzüne çıkmıştır.

http://img15.imageshack.us/img15/1101/11nd2.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/15/11nd2.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Bu daire şeklindeki taş oluşumları 30 metre çapındadır ve Loch Ness gölünün dibinde görüntülenmiştir.

http://img341.imageshack.us/img341/8200/12ih4.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/341/12ih4.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


1900 'lü yılların başlarında 250 civarında hiyeroglif Sydney 'in 100 km. kuzeyindeki Hunter Valley ulusal parkında keşfedilmiştir (Avustralya). Bunlar antik Mısır hiyeroglifleridir. Kuşkuya yer bırakmayacak olan Eski Mısır Tanrısı "Anubis" çizimi ile birlikte hiyeroglifler şu soruyu akla getiriyor: Acaba Eski Mısırlılar Avustralya 'yamı gitmişlerdi ?

http://img838.imageshack.us/img838/5599/15ib8.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/838/15ib8.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Yukarıda Alban Dağına kazınmış pervaneli bir uçağı hatırlatan eski devirlere ait bir resim görüyorsunuz. Olmek topluluğunun inanılmaz ve çözümlenemeyen örneklerinden birisidir.


http://img72.imageshack.us/img72/4748/16rd2.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/72/16rd2.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Kahire müzesinde Sakkara’ da bulunmuş harika bir cisim durmaktadır.1969’ da Dr. Messiha kuş modelleriye dolu bir kutuda bir “planör” modeline rastladı.Eski Mısırlılar teknik bilgileriyle bu modeli yaptılar.Geriye sadece gerçek bir araç bulmak kalıyor.

Dr. Ivan Sandersen, altından yapılma eski Güney Amerika kültürüne ait bir sanat eserini inceledi.Normalde bu cisim bir kelebek veya bir arıyı temsil etmeliydi.Fakat bu 1000 yıllık cisim bir savaş uçağına o kadar çok benziyorduki ! Charles Berlitz, 1972 yılında “eskilerin gizemleri” hakkındaki kitabında bu cismin bir Alman savaş uçağı pilotu olan J. A. Ulrich’ e gösterildiğini yazıyor.Ulrich, cismin nereden geldiği veya eskiliği hakkında bilgilendirilmemişti.Gösterildiğinde ise tereddütsüz “bu bir F-102 savaş uçağıdır” demiştir. Cismin bazı kısımlarının havada fren yapmaya ( yavaşlamaya ) yaradığını belirtiyor.Bu sistem bugünkü İsveç “SAAB” savaş uçağında kullanılıyor.

Bu altın cismin yaşı hakkında hiç şüphe yok, fakat, bir çok geleneksel bilim adamı bunu modern bir uçağın maketi olduğunu kabul etmiyor.Antik Astronotlar Derneği ( Ancient Astronaut Society ) bu cismi derneklerine amblem olarak kullanıyorlar.Cismin anlamının görmezlikten gelinmesi inanılmaz.Eski atalarımız uçmak için teknik bilgiye mi sahipti yoksa bunları onlara sahip olan başkalarından mı gördüler?
Bu delta kanatlı uçaklar Güney Amerika’ dan.(Kolombiya) Bu cisimler daha önce balı, kelebek veya güve böceği olarak açıklanmışlardı.
1997 yılında bir toplantıda, Antik Astronotlar Derneği tarafından bu gerçek uçağın fotoğrafı gösterilmişti.Benzerlik yok mu dersiniz?

http://img263.imageshack.us/img263/2407/17li6.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/263/17li6.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Buache Haritası 1737 'de eski yunan haritalarından kopyalanarak çizilmiştir. Harita Antartika 'nın buzla ötülü olmadan önceki halinide göstermektedir. şaşırtıcı olan ise şu: Eğer bugün Antartika buz ile örtülü olmasaydı Ross ve Weddell denizleri bu kara parçasının ortasından geçerek kıtayı 2 büyük parçaya ayırmış olacaktı. Ancak modern jeoloji araştırmaları sonucunda 1968 yılında bu gerçeğin farkına varılmıştı.


http://img543.imageshack.us/img543/6195/19mo7.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/543/19mo7.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Alışıldık olmayan bu spiral cisimler 1991 - 1993 yılları arasında Rusya'daki Ural dağlarının doğusunda bulunan küçük bir dere olaran Narada 'da bulunmuşlardır. Boyları en fazla 3 cm. olan bu cisimlerden (inanılmaz ama) 0,003 mm. olanlarıda bulunmuştur. Büyük olanları bakırdan , küçük ve çok küçük olanları ise çok ender rastlanan "tungsten" ve "molybdenum" maddelerinden yapılmıştır. Mikroskopla yapılan incelemeler sonucunda spiraller kusursuz bir biçimde "altın oran" tekniğiyle yapılmıştı. Dahada şaşırıcı olan şey ise: bütün bilimsel incelemelerin gösterdiği gibi bu cisimlerin yaşlarının 20.000 ile 318.000 yıl arasında değiştiğidir. Bu yaş farkı cisimlerin bulundukları derinliğe göre değişmektedir.


http://img265.imageshack.us/img265/6259/18bj9.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/265/18bj9.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Peru 'daki Ica çölünde bulunan ve binlerce yıl öncesine ait Ica taşları akılları karıştırıyor. Dr. Javier Cabrera büyük bir sabırla bu taşları koleksiyonunda toplamış ve binlerce taştan oluşan bir müze açmıştır. Bu taşlara kazınmış olarak , kalp naklini göstern ameliyatlardan dinozorları avlayan insanlara kadar bir çok olay gösterilmektedir. Hatta evcilleştirilmiş dinozorların üzerinde oturan insanlar bile tasvir edilmiştir.


http://img4.imageshack.us/img4/7332/23uq5.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/4/23uq5.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Peru 'daki bronz dişliler. Modern dişlilerden farkı yok gibi. Tek farkı çok uzun zaman önce yapılmış olmaları.


http://img269.imageshack.us/img269/1378/22xs7.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/269/22xs7.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Lübnan 'ın Ballbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlıkta ve 25 metre uzunluğundadır. Bu " momolit " takma adlı yekpare blok dünya üzerindeki işlenmiş en büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler ve nasıl buraya getirebilmişti ?


http://img208.imageshack.us/img208/9563/24zv0.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/208/24zv0.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Ünlü " Kiev Astronotu " . Bu heykelcik Avrupa 'da bulunan " uzay adamı " özelliklerini gösteren tek buluntudur. Yaşı çok eskidir.

http://img163.imageshack.us/img163/4696/25wn2.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/163/25wn2.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)

Dünyanın her tarafından gelen bir çok sanat eseri uzaydan gelenleri tasvir ediyor gibi.Bir çoğuna göre bu eserler, alışılmışın dışında özellikler, giysiler gösterebilir ancak bu onların uzaylı olduğu anlamına gelmez.Yanlız Japonya’ da bulunan bronz heykelcikler hakkında geleneksel görüşler yetersiz kalıyor.

Bu heykelcikler, Hondo adasında kazılarda bulunmuşlardır.Kimse ne kadar eski olduklarını bilmiyor.Onların “uzay kostümleri ve başlıkları” hiç şüphesiz bizlere eski Japon sanatından başka bir şey düşündümüyor.Ancak asıl bilmece onların “gözlerinde”.

Bu gözler bir tür kayak gözlükleriyle örtülmüşlerdir.Fakat tabiki o zamanlar başka bir anlama sahiptiler.Neden eskilerin sanatçıları o kadar uğraşıp o gözlerin üzerine birde bu garip gözlükleri eklesinler? (Bu gözlükler, bugünde olduğu gibi gözleri korumak için takılıyor tabiki.) Bunu çözebilmek için, bunu yapan sanatçıyı daha fazla tanımak gerekiyor.Onu böyle garip kostümü ve bilim kurgu filimlerindeki gibi gözlere sahip heykeller yapmaya iten sebep neydi? Gördüğü birileri bu özellikleremi sahipti?

http://img13.imageshack.us/img13/9287/27do3.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/13/27do3.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Bu resimde Antikythera makanizmasını görmektesiniz. Sağ tarafta ise teknik şeması yer almaktadır. 1900 yılında Girit adasında bulunmuştur.M.Ö. 1.yüzyıla tarihlenmektedir. Bu antik bronz mekanizma bize eski uygarlıkların düşündüğümüzün aksine daha ileri bir teknik bilgiye sahip olduğunu kanıtlıyor. Astronomik takvim olduğu düşünülen bu makanizmada (yada bir makinanın parçası ) içinde başka dişlilerde bulunmaktadır.


http://img14.imageshack.us/img14/1051/28eh2.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/14/28eh2.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


1895 yılında İrlanda 'da Dyer tarafından mineral araştırmaları sırasında bulunan bir dev fosili. Boyunun karşılaştırılması amacıyla bir tren vagonunun önüne koyulmuştur. Yüksekliği 3 metre 70 santimetre ve ağırlığı 2050 kg.dır.(taşlaşmış olduğu için daha ağır geliyor herhalde) Sağ ayağı 6 parmaklıdır. Ancak daha sonra bu dev fosiline ve sahibine ne olduğunu kimse bilmiyor.


http://img522.imageshack.us/img522/4112/29tw4.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/522/29tw4.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Kafaları karıştıran bir şehir daha. Lübnan 'daki Balbek şehri. 20 metreden daha büyük taşlarında kullanıldığı bu antik şehir Roma imparatorluğundanda eski. Hatta Sümerlilerin bilgilerine göre bile burası antik bir şehirdi o zamanlar. Taşların büyüklüğünü göstermek amacyla 2 kişi yapıların arasında dikiliyor. Bugün kimse burasını kimlerin yaptığını ,nasıl yaptığını ,ne amaçla ve ne zaman yaptığını bilemiyor. Modern bilim ise Baalbek 'i görmezlikten gelmeye devam ediyor.


http://img824.imageshack.us/img824/710/30cf6.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/824/30cf6.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Bu cisim Kanada 'nın Kuzey kutup bölgesindeki Axel Heiberg adası eski fosiller koleksiyonunda bulunmuştur. İncelemeler bunun bir insan parmağı fosili olduğunu gösteriyor. Bu fosil 100 ile 110 milyon yıl öncesine aittir (Creataceous jeolojik dönemi). Bu fosil " DM93-083 " numarasıyla arşivlenmiştir. Röngen ışınlarıyla yapılan inceleme sonucunda yukarıdaki resimdeki siyah kısımların parmak kemiklerine ait olduğu ortaya çıkmıştır. Bu kadar eski zamanlarda insan yaşamış olabilirmi ?


http://img51.imageshack.us/img51/4128/31zk5.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/51/31zk5.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Yapımı bitirilmemiş bir Obelisk (dikilitaş). Şu anda dikili bulunan en büyük obeliskten 2 kat daha büyüktür. Yapımında bir çok Mısır tapınağının inşasında olduğu gibi kırmızı granit kullanılmıştır. Yaklaşık 40 metre yüksekliğinde ve 1150 ton ağırlığındadır. (Eğer bitirilmiş olsaydı)


http://img690.imageshack.us/img690/1782/32gs1.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/690/32gs1.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Kolombiya , Bogota yakınlarında bulunmuş bir insan eli fosili. Fosilleştiği kayanın yaşı 100 - 130 milyon yıldır. Yani , fosilde o kadar sene önce meydana gelmiştir.


http://img510.imageshack.us/img510/4976/33np4.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/510/33np4.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Bu 120 milyon yıllık taş parçasının yüzeyi ,Ural Bölgesini gösteren (tabiri caizse) bir haritayla kaplıdır. Görünüşe göre bu kadar eski bir haritanın olması imkansızdır. Bashkir State Üniversitesindeki bilim adamları , çok eski zamanlarda , gelişmiş uygarlıkların olduğuna dair kanıtlardan biri olarak yorumluyorlar eseri. Bu greçektende insan eliyle yapılmış bir rölyeftir. Günümüz askeri haritaları ile neredeyse aynı karakterik özellikleri sergilemektedir. Harita sivil çalışmaları göstermekte yani uzunluğu 12.000 Km ' yi bulan kanallar , nehirlere çekilen çitler , güçlü barajlar... Kanallardan çokta uzakta olmayan yerde elmas biçimindeki yerler gösterilmiştir.( Ne anlattığı bilinmemektedir). Ayrıca harita bazı yazılarıda içermektedir. Hatta sayılar bile vardır. Bilim adamları önce bunun eski çince olduğunu düşündüler. Daha sonra bu düşünce bilinmeyen bir kaynağa ait hiyeroglif - syllabic türü yazıya dönmüştür. Bilim adamları bu yazıları şimdiye kadar çözemedilier.


http://img830.imageshack.us/img830/7181/34pj9.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/830/34pj9.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


1945 yılında Waldemar Julsrud adlı deneyimli bir arkeolog El Toro dağı ( Meksika ) eteklerinde gömülmüş vaziyette kilden yapılmış küçük heykelcikler buldu. Daha sonra El Tro şehri yakınlarında ve şehrin diğer tarafında Chivo Dağ yakınlarında poselenden yapılmış 33.000 'den fazla heykelcik bulundu.
Buluntular Chupicuaro , klasik kültür öncesine aitti. (M.Ö. 800 'den M.Ö. 200 'e kadar olan dönem) Bulunan heykelcikler , 65 milyon yıl önce yok oldukları düşünülen çeşitli türlerdeki dinozorları kusursuzca tasvir ediyordu. Modern bilim döneminde, neye benzedikleri ancak çözümlenen tarih öncesi bu yaratıkları ,nasıl olduda böyle eski bir uygarlık kusursuzca sanat eserlerine yansıtabilmişti ? İnsan görmeden tasvir edemez.


http://img15.imageshack.us/img15/5251/35cg0.jpg (http://imageshack.us/photo/my-images/15/35cg0.jpg/)

Uploaded with ImageShack.us (http://imageshack.us)


Yeni Zellanda 'da bulunan çok eski bir uygarlığa ait kusursuzca yerleştirilmiş taşlardanoluşan duvarlar bulundu. Bu duvarları yapan uygarlık hakkında en ufak bir bilgi yoktur.


Genel soru olarak şunu sorabiliriz: Bizlere öğretilen tarih yanlışmı yoksa bizler hayalmi görüyoruz.?

Designer
21-11-2011, 00:50
PİRAMİTLER(MISIR):

* Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmaktadır.
* Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)
* Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.
* Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
* Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit'in içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
* Piramit'in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.
* Bitkiler Piramit'in içinde daha hızlı büyürler.
* Piramit'in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.
* Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit içinde mumyalaşır.
* Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit'in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
* Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.
* Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur
* Büyük Piramidin açıları, Nil'in delta yöresini iki eşit parçaya bölerler.
* Gize'deki üç piramit aralarında bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5'dir.
* Büyük Piramidin tabanının yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde edilir.
* Büyük Piramidin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.
* Büyük Piramit, dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alıyor.
* Büyük Piramit, dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.
* Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren tas levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin tas levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.
* Büyük Piramit'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.
* Piramidin yüksekliğiyle,çevresi arasındaki oran, bir dairenin yari çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir. Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.
* Gizde'den geçen boylam, dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler. Bu boylam ayrıca,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.
* Büyük piramidin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil eder. Ve iki uzunluk ayni mikyasa uygunluk gösterir.
*Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi veriyor. (149.504.000km). Piramitlerin üzerinden geçen meridyen karaları ve denizleri tam iki eşit parçaya bölüyor. Keops Piramidinin Taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını veriyor.
*Piramitler hala yapımları esnasında ki gizi korumaktalar. İşçilerin olağanüstü bir çabayla günde 10 metreküp taşı üst üste koyduklarını kabul edersek keops piramidinde yer alan yaklaşık 2.5 milyon metreküp taş, 250.000 gün, yani yaklaşık 664 yılda yerleştirilebiliyor. Oysa piramitler 20 ila 30 yıl arasında bir sürede tamamlanmıştır.

dragstar
21-11-2011, 23:39
aklıma bi an lost da adadaki büyük heykel ve tapınaklar aklıma geldi

Bluttbeton
22-11-2011, 14:11
lisedeyken bayağı araştırmıştım arkadaşlarım hafta sonu gezerken ben bunları araştırıyordum :D

HaKo
22-11-2011, 15:45
özet geç diyesim geldi :)

Designer
26-11-2011, 14:43
lisedeyken bayağı araştırmıştım arkadaşlarım hafta sonu gezerken ben bunları araştırıyordum :D

Keşke devam etseymişssin ben lisedeykende araştırıyordum ünideyim hala devam ediyorum digerlerının yaptıgı saçmalıklardan daha yararlı işlerle uğraşıyoruz en azından mesela hafta sonu boş boş gezip starbucks larda para harcamak gibi .)

Kitabı okudum bitirdim Masonlardanda bahsediliyor lk zamanlar duvar ustaları olarak bilinirlermiş mesela kitapta bol bol israil den Hz.Musa dan falan bahsediliyor kitabın sonunda yanlış hatırlamıyorsam ingiliz bi doktorun tamamen tarafsızca yaptığı bi araştırmadan bahsediyor.Batıda Kur-an tamamen yanlış tanınıp tanıtılıyor bunun üzerine bu doktor tüm din kitaplarının birbirleriyle karşılaştırıp araştırıyor ve sonuc olarak dier kitapların birbirleriyle çelişip yanlış bilgiler verdiği noktalarda Kur-an ın o kitaplardakı dogru bılgılerı alıp yanlışları almadıgını goruyor ve şuan daha yenı yenı keşfi yapılan şeylerin Kur-an da oldugunu goruyor.Diyor kı bu çalışmaya başlamadan önce çok onyargılıydım Kur-an a ama okuyup araştırdıktan sonra anladım.Sonuç olarak Kur-an ın tamamen dogru ve değiştirilmemiş olduğunu ve o zamanın ilimi ile yazılmasının imkansız olduğunu yani insan aklı ile yazılamayacak bi kitap olduğu sonucuna varıyor.

63owen63
26-11-2011, 15:17
Kpss denemesinden geldikten sonra bende okuyacagım , sakin kafayla gece muhtemelen,sagol büyük emek vermişsin.

Designer
26-11-2011, 16:18
Rica ederim ne demek..