nerede ise beş yıl oluyor.. eve yeni taşınmıştık. köpek kabul edecek bir ev bulmak da kolay değildi.
aradan bir-iki ay geçti. evin önünde bir köpek peydahlandı. belki onbeş kilo, terrier kırması, bildiğin sokak köpeği, ama ne köpek.
ilk gördüğümde eşime "ben bu köpeği çok sevdim" dedim. sanki bir tılsım vardı hayvanda.
"eve alalım mı?" diye sormanın çok politik bir versiyonu idi. cevabı da çok olumlu oldu.
ancak, bu hayvancağız insana yaklaşmıyordu. korkaktı. çok korkaktı. balkondan önüne minicik bir sosis parçası atsam topuklayıp kaçıyordu.
inat ettim, sabırla alıştırdım kendime. tam bir ay sürdü bu fasıl. sonunda evin önünde başını okşattıracak kadar güven duymaya başladı bana.
derken, çeşitli ödüller ile (ve evin kapısını saatlerce açık tutmak sureti ile) eve girip çıkmaya da alıştırdık veledi. isim de koymuştuk, koymuştum daha doğrusu: eddie
hayvancağız serpildi, çok tatlı oldu, düzenli beslendiği için sağlığı da yerine geldi, parladı resmen.
biz de bir yandan, sokağa alışkın olduğu için, açık kapı politikası benimsedik. sonuna kadar özgürlük; gel takıl, yemeğini ye, kıvrıl uyu, istediğin zaman da, istediğin kadar dışarıya çık. aşılarını da yaptırdık. iki köpek arasında bir sorun da çıkmadı..
ancak, evin civarına gelen erkek köpekler ile büyük sorun yaşıyordu eddie.
derken bir gün, eddie'yi evin dışında buldum.
boğazı bir kulağından ötekine kadar kesilmişti. kalçalarında sanki kürekle vurulmuş gibi kesikler, vücudunda ikisi çok büyük, açık yaralar vardı.
bir örtüye sardığımız gibi ta pendiğe, belediyenin veterinerine götürdük. o panikle internette ilk gördüğüm veteriner sitesi idi.
hayvancağıza yüzlerce dikiş atıldı. veteriner yaşayıp yaşayamayacağına dair bir garanti veremiyordu. yine de, o kadar cerrahi müdahale arasında köpeği kısırlaştırmayı da kabul etti. bu sayede diğer erkek köpekler ile kapışmasını da önlemiş olacaktık. ama, el kadar hayvanı o hale getiren insan evladı hakkında ne bir bilgimiz vardı, ne de bir şey yapabilecek durumda idik.
eve dönerken hala baygındı.
aradan zaman geçti, ve iyileşti garibim. her gün tasma ile çıkarıyorduk artık.
derken, bir gün evde ciddi bir facia oldu (hayvanlar ile ilgisi olmayan ve temizlik gerektiren bir kaza), ben de temizlik yapılana kadar ortalıkta olmasınlar diye köpekleri kapının önüne çıkardım. o da, hepsi hepsi beş dakika.
çıkıp çağırdığımda eddie gelmedi. aklıma da kötü bir şey gelmedi.
bir beş dakika sonra, biraz uzakta belirdi. kafasını düşürüp yanıma doğru geldiğinde yere her bastığında kıpkırmızı pati izleri bıraktığını gördüm.
koşup yakaladım, sol ön ve sağ arka bilekleri (patileri değil, bilekleri, yani yere bastığı nokta değil) jiletle doğranmıştı. ibnenin teki jiletle girmiş hayvana..
kirli sepetinde bir çarşaf vardı. bacaklarını sımsıkı sarıp kucağıma aldım.
veterinere vardığımda (bu sefer evin yakınındaki veterinere gidecek kadar aklım kalmıştı bir şekilde) üstüm başım kan içinde idi.
atardamar dikişi zor şeymiş.. veteriner ile birlikte bunu yapana ana avrat küfür ede ede, tam ikibuçuk saat dikiş attık hayvancağızın bacaklarına. ortalık kan gölü.
akşama, ve takip eden günlerde kefirle besledik. kemik suyuna kırık bulgur ve havuç ile yemek yaptım velede.
iyileşti.
altı hafta kadar sonra, çiş yaparken kan geldiğini gördüm.
veteriner, uzun uzun muayene etti, kanser dedi.
ulan dedim..
bu arada bu köpeğin evimize girdiği günden itibaren hayatımızın değiştiğini, işlerimizin açıldığını, gözle görülür gelişmelerin olduğunu da belirtmem şart.
köpek sevmeyen annem bile, telefonda bu gelişmeleri eddie'ye yorar olmuştu...
neyse.
en önemlisi, ben bu hayvancağıza çok bağlanmıştım.
onun için ulan... dedim.
veteriner, cerrahi müdahale şansı var dedi.
ben de "hemen yarın ameliyata alalım o zaman" dedim. şans şanstır.
ameliyat 3.5 saat sürdü. tüm kanserli dokuyu alabildiler.
arkasından 6 seans kemoterapi geldi. doktor, sadece ilaç parası aldı, o kadar. her seans 45 dakika sürdü. acısını da beraber çektik.
hepsi geride kaldı bunların artık. eddie şu anda 19 kilo, tamamen iyileşti, ve ben yine de her baktığımda o kanlar içindeki halini hatırlıyorum.
her sabah merasimle uyandırılıyoruz. biri dört dönüyor, biri de suratımıza baka baka bizle konuşuyor.
güne böyle başlıyoruz.
veletlerin birisi 5, diğeri 6 yaşında. bir de yeni velet var, o da daha 2 yaşında.
en acı deneyimlerimizi geride bıraktık umarım.
http://img842.imageshack.us/img842/3784/9f8p.jpg