Tugral Nickli Üyeden Alıntı
KARGASEKMEZİ (Korkanlar okumasın)
Olay, Ankara Kızılcahamam’da geçiyor… 196O’lı yıllar, Kızılcahamam’ı Ankara’ya bağlayan yol o zamanlar daracık, kambur kumbur ve iki yanı uçurumlarla çevrili. Taşıtların zorlukla yol aldıkları ve insanların korkudan ağızlarının yüreklerine geldiği bir bölge. En tehlikeli virajının adı da; Kargasekmez.
Gece yarısını biraz geçmiş. Eski o ‘burunlu’ otobüslerden biri, 30-35 yolcusuyla ağır ağır ilerlemekte. Yağmur olanca şiddeti ile yağıyor. Şimşeklerin aydınlattığı çevrede ne bir ev, ne bir insan... Dağ köyleri uzakta kalmış, tek tük ışıklarından anlıyorsunuz.
Otobüsün görüş mesafesi neredeyse sıfır bu arada. Şoför (40 yaşlarında filan) birden frene basıyor. Otobüs bir iki silkeleniyor ve duruyor. Asfaltın ortasında elinde ağaç dalından değneği ile kendisine bir şeyler anlatmaya çalışan yaşlı adamı görüyor. Araçtaki yolcular da uyanıyorlar.
Hemen ön kapı açılıyor. Yaşlı adam kapıdan kafasını uzatıyor, “Hayır ben gelmeyeceğim. Sizden bir şey isteyebilir miyim? Biraz bekler misiniz? Ben, hemen şu tepenin arkasındaki köydenim. Gelinim doğum yapacak sancısı tuttu. Ebe kadın 'hastaneye gitmezse ölür' dedi. Biraz beklerseniz gidip getireyim. Oğlum da askerde” diyor. Sonra ekliyor “Allah rızası için!”
Şoför kendi kendine tekrarlıyor adamın lafını… “Allah rızası için!”. Dönüp arkasındaki yolculara bakıyor, ‘Ne dersiniz bekleyelim mi’ gibilerinden. Yolcular “Tabii canım yazıktır kızcağıza” diyor. Yaşlı adam gülümsüyor, dualar ederek hızlı adımlarla yürüyüp tepenin arkasında gözden kayboluyor.
Aradan 15 dakika geçiyor. Yağmur olanca şiddeti ile yağdığından yolcular dışarı bile çıkamıyorlar. Kimisi yeniden uyuklamaya başlıyor. Otobüsün solgun iç lambası, bazı sabırsız insanların yüzünü aydınlatıyor. Bu arada şoför de başını direksiyona koymuş, fırsattan istifade biraz kestirecek. Yarım saat geçiyor ne gelen var, ne giden. Yolcular artık kendi aralarında söylenmeye başlamış; “Hadi geç kalıyoruz, daha kaç saat yol gideceğiz”, “Doğru ne bekliyoruz”, “Belki gelin kız doğurmuştur”, “Uyandırın şu şoförü de yola revan olalım…”
Ön sırada oturan gençten biri, şoförün omzuna dokunuyor, “Hadi ahbap kalk da gidelim bunların geleceği yok” diyor. Ama adam uyanmıyor. Biraz daha dürtüyor, şoförde yine kıpırtı yok. Kalkıp yanına gidiyor ve biraz kuvvetle sarsıyor. O sırada adamın başı, dayadığı kollarından yavaşça yana doğru kayıyor. Genç, bir çığlık atıyor. Yolcular koşup geliyorlar öne. Şoförün gözleri açık, cam gibi donuk bakmakta. Zavallı oracıkta, az önce geçirdiği kalp krizinden ölmüş.
Kargasekmez o yılların en fazla kaza olan tepesi. Dağın en ucu. Dar ve virajlı yollarında gözünüzü dört açsanız bile her an yamaçlara yuvarlanmanız işten bile değil. Zavallı şoför kalp krizine, araba hareket halindeyken yakalansa, tüm yolcularla birlikte otobüsün uçuruma yuvarlanması kaçınılmaz. Yaşlı adamın önlerine çıkması belli ki Allah’ın bir lütfu.
Bir yıl sonra...
O otobüsün yolcularından biri, Kargasekmez sırtlarında bir köye yolu düşer. Köydeki insanlara ‘o gece otobüsün yolunu kesen yaşlı adamı’ sorar. Adamı tarif eder ve doğum yapacak gelininden söz eder… Köyün en yaşlı en bilge dedesi derin bir iç geçirir ve gülümser, “Ha” der, “O mu, sen bizim evliya dedemizi anlatırsın. O buralarda, 200 yıl önce yaşamış. Ama hepimiz bilir tanırız. Kim zor durumdaysa ona görünür bir şekilde, yardım eder. İnsanların canını kurtarır. Belli ki o şoför kalp krizi geçirecekmiş ve hepiniz ölecektiniz. Sizi de kurtarmış. Sonra gözleri ufka dalar yaşlı adamın, gülümser, Gelini doğuruyormuş ha! Ne de güzel hikaye bulmuş yine!”