Alıntı:
Gerçek anlamıyla bir marka, prestije; belli bir standartı yakalayarak ulaşır diye düşünüyorum. Bu standart rakipleriyle olan seviyesi değil de daha çok neye inandığıyla alakalıdır. Bir Alfa Romeo seksapalitesiyle, bir Maserati zerafetiyle, bir Ferrari sportif ruhuyla, bir Mercedes mükemmeliyetçiliğiyle, bir BMW sportifliğiyle, bir Jaguar asaletiyle, bir Volvo güvenliğe verdiği önemle; kendi çizgilerinin, kendi değerlerinin izinde gitmektedirler. İnandıkları değerler, bir markanın en büyük prestijidir. Bir otomobilin kasvetli, heybetli, ledli, kromlu duruşu ona prestij kazandırır; ama sadece oto pazarında ve cafe önlerinde.
En büyük prestij karmaşası yaşayan marka da Audi'dir bana göre. Yıllar önce çıkan bir reklamında güzellik için Alfa Romeo, konfor için Mercedes, sportiflik için BMW, güvenlik için Volvo almanıza gerek yok; çünkü hepsi Audi'de var şeklinde bir düşünceyi empoze etmeye çalışıyordu. Evet, başarılı da oldu; iyi satış rakamlarına ulaştı. Çok da güzel otomobiller yapıyor fakat kendine has çizgisi "toplama zihniyeti" olduğu için asla belli bir prestije ulaşamayacağı kanaatindeyim.
Alıntı:
Prestij kavramı, toplumdan topluma ve aynı toplumda zaman içerisinde değişen dinamik bir kavramdır. örneğin, cumhuriyetin kuruluş yıllarında öğretmenlerin prestiji (saygınlığı) yüksekken, günümüzde işletme, maliye, bankacılık gibi meslek gruplarının prestiji artmıştır.